Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Kasım 2018 Perşembe

KARDEŞLİĞİN BEŞİĞİ ÖREN




Fotoğraf : Adra Club 



Ören , tarihi doğası ve çevresinde yer alan güzel beldeleriyle bir huzur dünyası . İskelede ki kahvelerde çay ve simit eşliğinde günü karşılamak . Madradan Kaz dağlarına çarparak Egenin sularına karışan Haydar Ergülen ' in sesini taşıyor rüzgarlar :

Tabağına biraz güneş al , domateslerin yanına
Birazdan yağmur da damlar sofraya ohh .
Resim tamam ,bak tazecik bulutlar da geldi 
Göğün fırınından şimdi çıkmışlar gibi , sivri
Biber koklat biraz onlara da şenliği gör .

Tabağımız da  simit , zeytin , domateslerin yanına biraz da yeni doğan güneşi alıp , hafif çiseleyen yağmur eşliğinde güne başlamak . Karşımızda körfezin o eşsiz manzarası ve mavinin her tonu . Hani Nazım demiş ya '' Sen mutluluğun resmini yapabilirimsin Abidin '' diye . İçimize işleyen , ruhumuzu sarıp sarmalayan bir Ören sabahı . O dinginlik içinde yürüyüşe çıkmış insanlar , belki birazdan Aristo , Ruhi Su , belki de görkemli villalarından çıkan Romalılar ,Deloslular karışır aralarına . Ve arkalarından elinde minik arabalarıyla koşan İdanın oğlu , torunum Deniz eşlik eder onlara ; şimdiki zamanla geçmiş arasında bir köprü kurarak sevdaya dair ne varsa anlatır bizlere .

Bana bu coğrafyayı tanıma fırsatı veren sevgili dünürüm Edremitli Ayten Karayaz 'da gelir birazdan , yolumuz uzun gün kısa . İlk durağımız kısa süreliğine de olsa Ayvalık . Ayvalık bir yazıya sığacak gibi değil , tarihi , sokakları , eski rum evlerinin güzelliği ve mübadele öyküleriyle üzerinde çok çalışılması gereken muhteşem bir dünya . Bu masal dünyasını ne yazık ki rant uğruna yok etmeye çalışmamız insanı hüzünlendiriyor . İlk aradığımız yer o çalkantılı yılların tanıklığını yapan ve kitaplarında bunu ölümsüzleştiren Venezis 'in evi . 13 Nisan caddesi . Bir zamanlar eski Ayvalığın kalbinin attığı bu tarihi caddeye açılan parke taşlı sokakları . Bir kısmı restore edilmiş , pencereleri , kapı önleri çiçeklerle bezeli eski rum evleri . Bugünkü adını 13 Nisan 1934 de Atatürk'ün bu sokaktan Ayvalığa giriş yapması nedeniyle alan cadde boyunca ilerlerken kendimizi tarihin o gizemli dünyasına bırakıyoruz . Neler neler yok ki o gizemli dünyanın içinde . Her gittiğimiz yerde o muhteşem kapılar karşılıyor bizleri . Her biri ayrı bir  sanat eseri olan , bize hayatın aslında bir eşikten atlayış olduğunu anlatan kapılar .


Fotoğraf : kaankoksal.blogspot.com

Geçmiş dönemlerde yaşanan acı , tatlı hatıralar sarıyor ruhumuzu ; ve 18'inci sokakta 1 numaralı evin önündeyiz . 1904 yılında burada doğan Venezis'in  yaşadığı ev , ailenin mübadeleyle Yunanistan'a gitmesiyle terk edilir . Bu tarihi evin kaderine bırakılmış hali insanı duygulandırıyor . Ve evin tam karşısında Aya Triada kilisesi . Restorasyon çalışmalarına yeni başlanan kilise , mübadele sonrası bir süre camiye dönüştürülerek kullanılır , sonrasında tütün deposu olarak hizmet verir ve devamında kaderine terk edilir . Umarız Ayvalık belediyesi aynı hassasiyeti Venezis'in evine de gösterir bu ev restorasyonu yapılarak bir müzeye dönüştürülür .


Fotoğraf : Yeni Asır Erkin Usman 

Dönüş yolunda yine 13 Nisan caddesinde sevimli bir durak , Şeytanın Kahvesi : İlk mübadillerden olan Midillili şeytan lakaplı Halil'in torunları tarafından işletilen kahvenin tarihi 1950'lere dayanıyor  . Mübadele öncesi iki katlı müzikhol olan binadan ne yazık ki günümüze bir katı kalmış . Kahvenin önünde ki asmanın altında koruk sularımızı yudumluyoruz . Duvarlarında geçmişi günümüze taşıyan o eski fotoğraflar . Ve Can Yücel'in o güzel sözleri :



En uzak mesafe 
Ne Afrikadır 
Ne Çin 
Ne de Hindistan 
Ne seyyareler 
Ne de yıldızlar 
Geceleri ışıldayan ...
En uzak mesafe 
İki kafa arasındaki mesafedir 
Birbirini anlamayan .

Ve günü tamamlanın en güzel yeri : Ören Tepe . Körfezin tüm güzelliğiyle önümüze serildiği kafeleri . Muhteşem gün batımı manzarası eşliğinde tarih nedir diye düşünüyoruz . Tarih belli disiplinler içinde savaşları , barışları belgeler ışığında anlatan bir sosyal bilim mi olmalı ; ya da tam tersi o olayları yaşayan bireylerin sevinçlerini , ürettikleri tüm güzellikleri günümüze aktararak , daha güzel bir dünya kurmamız için yol arkadaşımız mı . İçinde sevgi , dostluk ve vefanın olduğu , tıpkı sonu mutlulukla biten masallar gibi bir dünya dilemekten başka ne gelir elimizden . Orhan Veli demiş ya :

Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti
Beni bu güzel havalar mahvetti .

Aşkın Nur Yengi'nin o güzel sesiyle Ankara'dan Ören'e masal kahramanım Reha teyzeme kucak dolusu sevgiler :

Kimimiz yorgun , kimimiz vurgun
Kimi isyankar 
Acı gerçek bu ömrümüz bir su
Geçiyor yıllar .

Vakit çok geç olmadan Ören'de gün batımını izlemek , akşamları gökyüzünde yıldızlara ve aya dokunmak  için Ören bizi bekliyor . Sevgiyle kalın .



26 Kasım 2018 Pazartesi

TARİHİN İZİNDE ÖREN





Kuzeyinde Homeros'un bin pınarlı Zeus'un evi İda , doğusunda ana tanrıça Kybele 'nin evi Madra dağı , dağın eteklerinde körfez kıyısında geçmiş uygarlıkları bağrında barındıran Ören . Tıpkı Ahmet Arif'in dizeleri gibi '' Bir sevdadır böylesine yaşamak '' Uygarlığın beşiği Anadolu . Tarihi , bir zamanlar bu topraklarda yaşayan filozofları , Antik Kentleri , doğasıyla Ege kıyıları bir sevdaya dönüşür zamanla . Neler yoktur ki bu sevdanın içinde . Kaz dağlarının o doyumsuz güzellikleri , İda'nın savaşlar olsa da sonu mutlulukla biten mitleri , bütün uygarlıkların izini taşıyan büyülü köyleri ve en önemlisi ışıklar sahili Ören'de gün batımı .

Ören , tarihteki adıyla Adramyyteion . Ören Tepe de körfez ve dağ manzarası eşliğinde kahvelerimizi yudumlarken , rüzgarların Antik Çağdan günümüze taşıdığı ezgileri dinliyoruz , dudaklarımızda son dönemlerini burada geçiren Ruhi Su'nun  ölümsüz sesiyle söylediği o güzel türkü :

Kah çıkarım gökyüzüne , seyrederim alemi 
Kah inerim yeryüzüne ,  seyreder alem beni 

Ne güzel türküdür o , bizde çıkarız İda'nın doruklarına , kim bilir belki bir zamanlar buralara geldiği söylenen Aristo'yla kesişir yolumuz . Belki de Adramyyteion sokaklarında , Atinalılar tarafından yurtlarından kovulan Delosluları görürüz ; ya da Atinalıların yenilmesi sonucunu doğuran savaşlar sonrası bölge halkının Persler tarafından katledilişini izleriz dehşet içinde . Aşağı indiğimizde Persliler tarafından bölgeye yerleştirilen Sardesliler karşılar bizleri kim bilir .Hemen yanı başımızda Ruhi Su elinde sazıyla o doyumsuz türkülerini söyler sevgi ve kardeşlik adına :

Kalırım kalırım , dostlar yandadır ,
ölürüm ölürüm kardeş , aklım sendedir .


Fotoğraf : Erkmen Senan 
Aslında bir varmış , bir yokmuş diye başlamaz mı insanlık tarihi . Antik dönemde bir Mysia yerleşim yeri olan Adramytteion Truva - Bergama yolu üzerinde stratejik bir konumda yer alır . 2001 yılında başlayan kazı çalışmaları , bölgede yerleşimin Erken Demir Çağına kadar gittiğini gösterir . Önemli bir liman kenti olan Adramytteion 'un kuruluşuyla ilgili Antik Çağ yazarları farklı görüşler ileri sürer . Strabon'a göre Atina'nın kolonisi olarak kurulur ; Stephanos ise kentin kuruluşunu Lidyalılara dayandırır ki bu görüş daha sonra Strabon tarafından desteklenir . Stephanos Lidya kralı Alyattes'in oğlu Adramys tarafından kurulduğunu söyler Adramytteionun . Kaz ve Madra dağlarının eteklerinde yer alan bu tarihi şehir , yeraltı ve yer üstü kaynaklarının zenginlikleri sayesinde döneminin en önemli yerleşim yerlerinden biridir . Anayasa mahkemesi bulunan  ve zamanında bir hukuk devleti olan bu tarihi kent , çevresindeki diğer kentler gibi farklı dönemlerde savaşları , yıkımları  ve göçleri yaşamış , zamanın ruhu bu topraklara da büyük yıkımlar getirmiştir . Atinalılardan Deloslulara ; Sardeslilerden Türklere kadar pek çok uygarlığı bağrında barındırmış bölgenin tarihi  , Antik Çağ şairi Publius Ovidius'un bir sözünü getiriyor aklımıza '' Her şey değişir , hiç bir şey yok olmaz '' 

1956 yılına kadar , kaderine terk edilmiş olan bölge palamut ve meşe ağaçlarıyla kaplı tertemiz kumsalı , bağrında barındırdığı antik eserleri ve hikayeleriyle adeta bir uyuyan güzeldir . 1957 yılında dönemin kaymakamı Hüseyin Öğütcen bölge halkının karşı çıkmasına rağmen buraları iskana açar . Ve Antik Kentin tarihiyle ilgili hüzünlü süreç başlar . Bugün Öğretmenler Mahallesi başta olmak üzere yapılan yazlıkların altında kalır dönemin en görkemli yapıları . Günümüzde de devam eden kazılarda o güzelim mozaiklere , Roma villalarına , tiyatrosuna ulaşmak ümidiyle döneminin en zengin yerleşim yerlerinden biri olan Adramytteion 'u Kemalettin Kamu'nun o güzel mısralarıyla selamlıyoruz . Çocukluğumuzun anıları arasında kalan o mısralar :

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun 
Nadir duyabileceği taze bir heyecanla 
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla 
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına 
Gönlümü yayla yaptım Bingöl Çobanlarına . 

Belki de gerçek mutluluk o zamanlardaydı . İnsanın tüketim hırsına yenik düşmediği zamanlar , dostluklar ve vefanın henüz kirlenmediği zamanlar. Örenden ve Adramytteiondan kucak dolusu sevgiler ....







23 Kasım 2018 Cuma

SEVGİNİN VE TÖRENİN DİYARI : EDREMİT



Fotoğraf :  Balıkesir Memleket Gazetesi



Çam , fıstık , çınar ağaçlarıyla bezeli zeytinin memleketindeyiz : EDREMİT . 

Uykusuz gecelerde
Gönüldaş iki saklı kente
Gider gelir yüreğim
Elimde kalan son gülü de kurt kapar .

Tıpkı Leyla Erbil'in Kalan'da yazdığı gibi gider , gelir yüreğimiz Ankara sokaklarıyla İda'nın o büyülü dünyası arasında . Sınırları içinde Antik Çağdan günümüze çok farklı kültürleri , güzellikleri , masal tadında kimi hüzünlü , kimi sevinçli yaşanmışlıkları bizlere anlatan Edremit Körfezi . Mitolojideki adıyla İdaion tüm bilgeliğiyle bizleri çağırıyor .

Neydi aradığımız bu hoyrat zamanlarda , nasıl ulaşırdık hiç dilimizden düşürmediğimiz gerçek sevgiye , dostluk ve vefaya . Binlerce yıldır bağrında farklı uygarlıkları barındırmış , kentlerin yakılıp yıkıldığını görmüş kutsal Madra Dağı , Zeus'un evi İda söyler belki , gerçek dostluğun vefanın ne olduğunu . Madra'dan , Kaz dağlarının o efsanevi masallarından gelen Leyla Erbil'in sesi Antandros'dan Adramytteion'a kadar uzanıyor :

'' Neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın ,,, Hangi hakikatinin ,,, Ama bilmelisin ,,,evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli ,,,gidebileceği kadar gitmeli,,, ''

Doğusunda mitolojideki adıyla Pindasos , ana tanrıçanın kutsal dağı Madra , kuzeyinde Zeus'un evi İda Kaz dağları arasında yer alan Edremit ve çevresinin tarihi Neolitik döneme kadar iner . Eski kent Ören bölgesinde kurulan Adramytteion'dur . Önemli bir liman şehri olan eski kentten kimler gelip geçmemiş ki . Truva - Bergama yolu üzerinde , stratejik konumu nedeniyle Lidyalılardan Perslere kadar dönemin farklı devletlerinin hakimiyeti altına giren kent , en parlak yıllarını Bergama Kralığı'na bağlandığı M.Ö.4. yüzyılda yaşar . Roma , Bizans , Selçuklular , Saruhan Beyliği ; nice yıkımlar yaşamış olan bölge hristiyanlık döneminde piskoposluk merkezine dönüşür . 1335 yılında Osmanlı hakimiyetine geçen bölgede yaptırır Fatih Sultan Mehmet o ünlü kalasları . Ve o kalasların üzerinden indirtir  Haliç'e gemileri . 

Onat Kutlar'ın sesi yankılanıyor kulaklarımızda :

Saklı kent bıktım seni kuşatan 
Kendi çadırlarından kör kılıcına 
Tuğlarla örülmüş yanık sulardan 
Bıktım bana uzaklığı öğreten 
Di'li geçmiş zamandan 
Yazılmış kuşatma günlüklerinden 
Taş perdeleriyle bir gize doğru 
Yelken açan kent göremiyorum seni .

Fotoğraf : Neredekal .com 


Çevresinde farklı efsaneleri , kültürleri Antik Dönemlerden günümüze taşıyan Edremit bize hayatı anlatır. Emine'yle Hasan burada kurulan pazarda görüp aşık olurlar birbirlerine , gene burada töreye yenik düşerek kıyarlar canlarına . Kıskançlıklarla , egemen erkek kültürüne yenik düşen güzeller güzeli Sarıkız gene buradan gönderilir Kaz Dağlarının tepelerine . 

Sınırları içinde barındırdığı o güzel Ege köyleri : Akçay , Altınoluk , Çamlıbel , Güre , Kızılkeçili , Tahtakuşlar , Zeytinli . Ve mitolojideki ışıklar sahili . Eski sokaklarında ıhlamur ağaçlarının kokusu , eski Rum evleri ; soğuk suları , kanyonları , kaplıcaları . Bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi mübadelenin acılarını yaşamış sokakları , gelenlerin gidenlerin acılarına tanık olmuş iskelesi . Dili olsa da anlatsa o eski evler , sokaklar bu insanların hikayelerini . Kulaklarımızda Zara'nın o güzel sesi :

Bir fırtına tuttu bizi , deryaya kardı 
O bizim kavuşmalarımız a yarim , mahşere kaldı .

Asırlık ağaçları , Kaz Dağları ve Madra Dağının o güzel havası , efsaneleri , doğası ve deniziyle ; Antandros , Astyra , Adramytteion Antik Kentleri gerçek sevgi ve dostluğu , vefayı öğretmek için bizi çağırıyor . Adramytteion'da buluşmak üzere sevgiyle kalın .

21 Kasım 2018 Çarşamba

BİR ANKARA MASALI II



                        Atatürk Bulvarı ( fotoğraf : Onedio )
Bende tarçın , sende ıhlamur kokusu,
Yürürüz başkentin sokaklarında.

Bütün yollar Roma'ya çıkar diye bir söz vardır ya , bizde de bütün yolculukların sonu , Cemal Süreya'nın ıhlamur kokulu Ankara sokaklarına çıkıyor . Akasya ağaçlarıyla bezeli o ıhlamur kokulu sokakları artık geçmişte kalsa da kentler aslında bizlere ölümsüzlüğü sağlayan mekanlardır . Yunan mitolojisinde fizik ve moral gücünün tanrısı Herkül , yaşlılık tanrısı Geras'ı öldürerek insanın ölümsüzlüğünü sağlamıştır . Aslında insanın ölümsüzlüğü , yerleşim yerlerinin aradan binlerce yıl geçse de bize aktardıkları o yaşanmışlıklarda gizlidir . Her uygarlık hayata bir iz bırakarak geçer , o izler bizlere hayatın devamlılığını , dostluğu , vefayı anlatarak , sevmeyi öğretir .

Yüreğimize dokunan anılar biriktiririz , aradan yıllar geçse de unutulmayan , bazen bir sokağı dönünce karşımıza çıkan bir ağaç , bir şiirin dizeleri , bazen de bir şarkı bizi alır o yıllara geri götürür . Sene 1968 , Cem Karaca'nın çıkış şarkısı :

Bir gün belki hayattan 
Geçmişteki günlerden 
Bir teselli ararsan 
Bak o zaman resmime .

Hisar Önü ( Fotoğraf : Lavarla )

Bugün eski Ankara'yı ancak kartpostallardan , yada kırık dökük topladığımız  bilgilerden öğrenebiliyoruz . 1900'lü yıllara kadar dünya sof üretiminin tekelini elinde bulunduran , bağları ve tiftik keçileri ile ünlü bu tarihi kent ; müslüman ve gayrimüslim burjuvazisi ile renkli bir kültüre sahipti . Hisarönü'nde bulunan konaklar , içinden hatip çayı geçen dönemin en gözde mesire yeri bent deresi  ;  tarihi 1886 yılına kadar uzanan şimdiki Yüksek İhtisas Hastanesi'nin olduğu yerde , mezunlarının arasında Orhan Veli , Ahmet Hamdi Tanpınar'ların olduğu eski adıyla Taş mektep yani Atatürk Lisesi ve daha neler neler . Sezen'in o büyülü sesi kulaklarımızda çınlıyor :

Hani herkes arkadaş 
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken 
Eskidendi , eskidendi ,çok eskiden .

1916 Ankara yangını kent için bir dönüm noktası olur . Şimdiki hisar parkının bulunduğu bölgede olan Hisar Önü mahallesi , çıkrıkçılar yokuşu , bedesten , saraçlar çarşısı , at pazarı bölgelerini etkileyen yangın , pek çok yerin tamamen yok olmasına yol açarak üç gün iki gece sürer . O sırada kentte bulunan Refik Halit Karay '' Yangın yakacak başka bir şey bulamayınca kendiliğinden söndü '' diye özetler bu faciayı .

Cumhuriyet dönemi , mimar Vedat Tek'in Ulus'taki 2.Meclis Binası ve Ankara Palas Otelinin tasarımlarını yapması , mimar Kemalettin Bey'in bu projeleri tamamlaması , Ankara'daki mebus ve memurlar için , şimdi tiyatro binası olan Evkaf  apartmanının yapımı . 1928 yılına gelindiğinde Alman mimar Herman Jansen'in adını taşıyan Jansen planı devreye girer . Ve Ankara'nın dönüşümü tamamlanır . Artık geniş bulvarları , bahçe içinde üç dört katlı evleriyle yeni bir Ankara kurulmuştur . Çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği ANKARA.

Kızılay 1965 ( Fotoğraf  DH Forum )

Şimdi ay usul , yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden 
Geçen geçti
Geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlikte de geceler gibi eskidendi ( Murathan Mungan )

Yaz akşamları sokaklarda gitar eşliğinde söylenen şarkılar , henüz televizyonların çok fazla hayatımıza girmediği , arkadaşlıkların dolu , dolu yaşandığı ; iki üç katlı , meyve ağaçlarıyla bezeli bahçeleriyle eski cebeci evleri ,  sokakları . Ne çok şey değişti hayatımızın aynası olan kentlerimizde . Akasya , ıhlamur kokan ağaçlarımız , neşeyle şarkılar söylediğimiz sokaklarımız resimlerde kaldı artık . Ankara gençlik yıllarımızın o güzel kenti . Çok zaman geçmedi aslında Kerim Avşar'ın o etkileyici sesiyle Devlet tiyatrosunda oynadığı Brecht'in Galile'nin yaşamı oyunundan . 1960'lardan günümüze kadar bir okula dönüşen Ankara Sanat Tiyatrosu ; Asaf Çiyiltepe'den Güner Sümer'e , Rutkay Aziz'den Kerim Avşar'a kimleri ağırlamadı ki .

Az Şekerlide yeni bir Ankara sohbetinde buluşmak dileğiyle sevgiler .





18 Kasım 2018 Pazar

TÖRENİN VE SEVDANIN HİKAYESİ : HASAN BOĞULDU



Fotoğraf : Biz Evde Yokuz

Mitolojideki adıyla İda , Kaz Dağları . Efsaneleri , Antik Kentleri , doğasıyla tarih öncesinden gelen , farklı uygarlıkların bize bıraktığı büyük miras . Neler yoktur ki bu mirasın içinde : Yağmalanmış yıkılmış Antik Kentleriyle savaşların anlamsızlığını , Gargaran tepesinde Hera'nın Zeus'u oyalayarak Troya savaşının kaderini etkilemesiyle entrikaları , üç güzeller yarışmasıyla hırsları ve egoları anlatır bizlere . Ama en önemlisi bağrında barındırdığı çağlayanları , ağaçları , bitkileri ve hayvan türleriyle çok sesli bir dünyada , barış içinde bir arada yaşamanın ip uçlarını vererek ; bu mirasın sorumluluğunu hatırlatır bizlere . 

Aşklar sevdalar ve şefkat vardır bu anlatımda . Paris'i bağrında büyüten bu dağlar , onun Helen'le olan aşkına tanıklık eder . Tanrıça Aphrodite , Ankhises'e burada aşık olur , Zeus ile Hera'nın görkemli düğünleri gene İda'da Gargaran'da yapılır . Osmanlı döneminde bölgeye Türkmenlerin yerleşmesiyle efsanelerde zenginleşir , ama aşk ve sevda üstüne olanlar hiç değişmez , sadece mutlu sonlar yerini hüzünlü hikayelere bırakır . 

Fotoğraf : Neredekal.com

Bu sevdalardan en bilineninin yaşandığı Hasan Boğuldu'ya gelmeden önce Sütüven şelalesi karşılıyor bizleri . Kızılkeçili çayı üzerinde yer alan şelale doğal güzellikleriyle hayatın anlamını bir kez daha anlatıyor tüm insanlara . 17 metre yukarıdan dökülen suların nağmelerine eşlik eden kuşların şarkıları , ulu çınar ağaçları , havada İda'nın kokusu bizi doğanın bağrındaki gerçek dünyaya götürüyor .

Hasan Boğuldu'ya doğru ilerlerken Romalılardan kalan su kemerleri eşlik ediyor bizlere . Ve Hasan Boğuldu göletindeyiz . Kızılkeçili çayından gelen sularının oluşturduğu bu göletin etrafı yüksek ağaçlarla çevrili . Töreye yenik düşen bir aşkın hüzünlü hikayesidir Hasan Boğuldu . Kavuşamayan Hasan ve Emine'nin ölümsüz aşklarını günümüze taşıyan bu sevda bize , tıpkı Ferhat ile Şirin gibi sevginin ölümsüzlüğünü anlatır . Obalı Emine ile Ovalı Hasan Edremit pazarında ilk karşılaştıklarında sevdalanırlar birbirlerine . Evlenmeye karar verdiklerinde obalıların töre engeli çıkar karşılarına . Hasan'ın bir sınavdan geçmesi gerekmektedir . Efsane bu ya , kimilerine göre 60  , kimilerine göre 100 kiloluk tuz çuvalını Kaz dağlarının doruklarındaki obaya sırtında çıkarması istenir Hasan'dan . Oysa ki Hasan ovalıdır , o ağırlıktaki bir yükü 4 - 5 saatlik bir dağ yolculuğunda taşıması imkansızdır . Sütüven şelalesine Emine'yle birlikte ulaşan Hasan'ın gücü tükenir ve düşer ; kaçma teklifini töre nedeniyle geri çeviren Emine obasına geri döner . Pişman olduğunda ise artık çok geçtir . Geri döndüğünde Hasan'ı bulamaz , ona hediye ettiği çevreyi göletin sularında görünce öldüğünü anlar , kendini göletin başındaki bir çınar ağacına asarak yaşamına son verir. O günden sonra büvetin adı Hasan Boğuldu , çınarın adı da Emine Çınar olur .

Fotoğraf : Sinan Doğan


Bu ölümsüz , kavuşamayan aşıklar için ağıtlar yakılır :

Zeytinli'den Beyoba'ya gider mi ,
Sevda yollarında çile biter mi ,
Ayrılığın yarası tuzla pişer mi . 
Dağlardan yankımış sesi duyulmuş ,
Yaşayamam gayrı Hasan boğulmuş .

Bu aşk tıpkı diğer anadolu efsanelerinde olduğu gibi hafızalara kazınarak , nesilden  nesile günümüze kadar ulaşmış , filmlere , şiirlere , romanlara konu olmuştur . Sevginin ve aşkın kazanması , törelere yenik düşmemesi umuduyla ; bu aşkı ölümsüzleştiren Sabahattin Ali ' ye bırakıyoruz sözü :



Uzaklardan sesin aldım ,
Çevreni derede buldum ,
Nereye gittiğin bildim ,
Hasanım arkandan geldim .

Köyden , obadan kovulan ,
Duru sularda boğulan ,
Toz  köpük olan dağılan ,
Hasanım arkandan geldim .





16 Kasım 2018 Cuma

BİR SEVDA KÖYÜ : ZEYTİNLİ




Bir sevda öyküsü Zeytinköy



Homeros'un bin pınarlı , sık ormanlı İda'sının eteklerinde Hasan'ın köyü Zeytinli'deyiz . Büyülü atmosferiyle bizi kucaklayan bu güzel Ege köyünde , deniz ve dağlar bağrından çıkan güzellikleri ve efsaneleri anlatmak için bizi çağırıyor . 

Tüm Ege köylerinde olduğu gibi girişte , geniş bir alana yayılmış çınar ağaçlarıyla çevrili  , köy meydanındaki kahve karşılıyor bizleri . Kuş sesleri , çiçek kokuları arasında yeşille , mavinin o muhteşem ahengini izlerken Nazım'ın o güzel dizeleri geliyor aklımıza :

Sen benim sarhoşluğumsun 
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde 
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim . 

Kaz Dağları ve çevresi çağlar boyunca bağrında barındırdığı tarihi , Antik Kentleri , efsaneleri , mitleri günümüze taşıyarak ; bizlere gerçek sevgiyi anlatan bir hayat okulu olmuştur. M.Ö 1400'lere dayanan tarihiyle bir dönem Truva - Bergama yolu üzerinde olan bölge Roma , Yunan , Osmanlı medeniyetlerinin izlerini taşır . 1880 ' li yıllardan itibaren dönem dönem ,  Bulgaristan , Selanik ve Girit'den göç almaya başlamış , mübadele döneminin o hüzünlü yıllarını yaşamış olan Zeytinli ; tarihi , doğası ve kültürel kaynaklarıyla bize farklı bir yaşamın sayfalarını açıyor .

Zeytinli Çayı

Köyün dar sokaklarını dolaşırken , Rumlardan kalan taş evler çıkıyor karşımıza . Havada evlerini bırakıp gitmek zorunda kalan insanların hüznü , zeytin kokuları , kulaklarımızda rüzgarın taşıdığı Ege ninnileri . Ayı deresi pınarından gelen dünyanın en lezzetli suları ve pınarın çevresinde büyülü güzelliğiyle piknik alanları . 


İda'nın sislerle kaplı dorukları , denizin mavisi arasında tıpkı Nazım dediği gibi başımızı alıp gitmek isteriz :

Denize dönmek istiyorum !
Mavi aynasında suların :
Boy verip görünmek istiyorum !
Denize dönmek istiyorum .

Bu zeytin diyarında sahilde dağların denizle buluşmasını , İda'nın puslu zirvelerini , güneşin batışını izlemek  ; töreye yenik düşen bir sevdanın , Hasan'la Emine'nin öyküsünü dinlemek için Zeytinli bizleri bekliyor . 





14 Kasım 2018 Çarşamba

GERÇEK SEVGİNİN DİYARI : KIZILKEÇİLİ



Kızılkeçili : Huzur


Ağaçlar ve çiçeklerle bezeli yolun sonu bizi Kızılkeçili'ye çıkarıyor . Kaz Dağları etekleri pınarları , ağaçları , çiçekleri , kuşları kısaca tüm doğasıyla  gittiğimiz yerlerde aynı güzelliklerle kucaklıyor bizleri . Ama gidilen yerlerin ruhlarını , yaşanmışlıklarını , hikayelerini , bağrında biriktirdiği anılarını anlayabilmek için zamana ihtiyacı oluyor insanın . Efsaneleri , Antik Kentleri , mübadele öyküleri tamamlıyor o büyülü dünyayı . 

Aslında en zor şeydir bir yeri anlatmak , güzellikler hep aynıdır çünkü ; çam ağaçlarının , çiçeklerinin kokuları , kuşlarının şarkıları , anlatmak istediğimiz yer Kaz dağları olunca daha da zorlaşır bu masal diyarını anlatmak . Köyün girişinde çınarlı kahve karşılıyor bizleri . İda'dan gelen rüzgarların fısıltıları arasında kahvemizi yudumlarken Leyla Erbil'in Kalan'da yazdıkları geliyor aklımıza :

''' Yazıyorsun ''' Anlatıp duruyorsun ''' Asıl anlatmak istediğin bunlar değil ''' Biliyorsun ''' Fakat bunlarsız olmaz diyen bir dürtü var önleyemediğin ''' Seni asıl olandan alıkoyan ''' Asıl olan ne bilmiyorsun ''' Bulacaksın ''' Anlatma artık ''' Anlatma ''' Anlatarak bulabilirimsin ''' Neyi ''' Bilmediğin aradığın şeyi unut artık '''

Tıpkı Leyla Erbil'in dediği gibi neyi aradığımızı bilmeden , bu hoyrat , metalaşmış , anlamsız ilişkilerden  kaçmak isteriz . Kim bilir belki de aradığımız saf sevgidir . Ama diye sorarız kendimize : NEREYE . Kolay mıdır kaçışlar , bugüne kadar kurduğumuz yaşamı bırakıp gitmeler . Boğulduğumuzu hissettiğimizde imdadımıza bir kuşun sesi , penceremizden gördüğümüz bir ağaç ve bir avuç gökyüzü yetişir . Ve içsel bir yolculuğa çıkarız Kızılkeçiliye doğru ; doğayla bütünleşmek , onun bir parçası olduğumuzu hatırlamak için .

Bu güzel doğa asırlık çınarları , zeytinlikleri , mitleriyle bize sevgiyi , kardeşliği anlatır . Bu ağaçlar içinde en bilineni 30 metre boyunda , çevresi 8 metre gelen asırlık çınar ağacı . Köyün simgesi haline gelen Anıt Ağaç , yaklaşık 850 yıllık yaşıyla çok farklı uygarlıklara tanıklık etmiş .
Bilgeliğin Anıtı

Bizans , Selçuklu , Osmanlı ve son olarak cumhuriyet dönemlerini yaşamış . Dile gelse Homeros'un rüyasındaki zeytin ağacı gibi kim bilir neler neler anlatırdı bizlere. Belki de Fazıl Hüznü Dağlarca'nın o güzel dizelerini okurdu bizlere :

Görüyor musunuz 
Anadolu'nun başka evren olduğunu
Burada
Nice ulusların yüz bin yıldır
Kardeşliklerle harman olduğunu ...


Tarihi 2000 yıl öncesine kadar giden Kızılkeçili taş evleri , parke taşlı sokakları , asırlık ağaçları ve en önemlisi huzur , sevgi dolu insanlarıyla bizi bir masal dünyasına götürüyor . Kaz dağlarından tıpkı bir gelin gibi süzülerek gelen Kızılkeçili deresi , derenin kenarındaki piknik alanları , havada İdanın kokusu . Ve bu muhteşem görselliğe eşlik eden böceklerin , kuşların ve rüzgarların o muhteşem düeti .

Bazı güzellikler vardır anlatılmaz yaşanır . Kızılkeçili doğası , efsaneleriyle bizi çağırıyor ; gerçek sevgiyi anlatmak için , tıpkı Hasan'la Emine'nin o ölümsüz aşkları gibi .



12 Kasım 2018 Pazartesi

BİR ANKARA MASALI



Anafartalar Caddesi 1935

Bir efsane vardır hani , Yahya Kemal'e Ankara'nın en çok nesini seviyorsunuz diye sorduklarında onun cevabı '' İstanbul'a dönüşünü '' olur . Bende Ankara'ya dönüşleri seviyorum . 

Bir kıvılcım düşer önce 
Büyür yavaş yavaş 
Bir bakarsın volkan olmuş 
Yanmışsın arkadaş .

Öyledir kentler , tıpkı Melike Demirağ'ın o güzel sesiyle sevdiğimiz arkadaştaki gibi . Yaşadığımız yerle bütünleşiriz , onunla ilgili anılar biriktiririz  , kalbimizde , ruhumuzda . Tıpkı evimiz gibidir , köşeyi dönünce hangi ağaçla karşılaşacağımızı  , hangi saat de kuşların günün bitişini kutsamak için o muhteşem danslarına başlayacaklarını biliriz . Bir sevgili , bir dost , bir arkadaş olur yaşadığımız mekanlar . Gün gelir gölgesinde oturduğumuz ağaçla paylaşırız küçük sırlarımızı . Evet kaçışlar güzeldir ama , uzun süreli olduğunda geride bıraktığımız anıları , sokakları , bizi tanıyan gittiğimizde her zamankinden mi diyen garsonlarını , kuşlarını , ağaçlarını özleriz . Yaşadığımız yerler birer hafıza mekanlarımızdır aynı zamanda . 

Bugün Ege kıyılarındaki yolculuğumuza ara verip , tarihi çok eskilere dayanan Ankara'ya doğru gitmeye ne dersiniz .

Memleketim 
Çam ormanlarını , en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven 
Alabalık 
ve onunun yarım kiloluğu
Pulsuz , gümüş derisinde kızıltılarla 
Bolu'nun Abant gölünde yüzer
Memleketim :
Ankara ovasında keçiler . ( Nazım Hikmet )

Kimler gelip geçmemiş ki bu topraklardan : Batı Anadolu'da Lidya devletine başkentlik yapmış Sardes ile İran'ın Susa kenti arasında uzanan kral yolu üzerinde yer alan Ankara , Hatti uygarlığından Hititlere  , Frigyalılardan  Perslere , Galatlardan Roma İmparatorluğu ve Bizanslara kadar dönemin farklı kültürlerine ev sahipliği yapmıştır . Kuruluşuyla ilgili farklı efsaneleri bağrında barındırır . 1414 yılında Osmanlı hakimiyetine giren kentin ilk yerleşim bölgesi Ankara Kalesi ve çevresidir . Bugün Dış Kapı , İtfaiye Meydanı , Denizciler Caddesi , Anafartalar Caddesi , Hacı Bayram , Hamam Önü ve Konya sokak çevresi geçmişin izlerini taşıyan yapıları barındırır. Ayakta kalmaya çalışan bu yapılar geçmişi günümüze taşıyarak o dönemin ruhunu bize anlatır .

M.S. 1. Yüzyılda St. Paulus'un çalışmaları sonucu Hristiyanlığı kabul eden bölge halkı , bugün Hacı Bayram Veli  camisinin yanındaki Augustus tapınağı çevresine yerleşirler . M.S. 2. yüzyıl sonlarında yapılan , dünyanın üç büyük hamamından birisi olan Roma hamamında kullanılan su Elmadağ'dan getirilerek bütün yerleşim yerlerine dağıtılıyordu . Bir zamanlar meşe ve gürgen ağaçlarıyla kaplı geniş ormanları , üzüm bağları ve tiftik keçileriyle ünlüydü Ankara . Bağcılık ve şarapçılığın yanı sıra tiftik üretimi ve sof dokumacılığında önemli bir yere sahipti . 

1920 yılında Kurtuluş Savaşı sırasında merkez üs olarak seçilen Ankara , 23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisinin açılışına tanıklık eder , 13 Ekim 1923 'de Gazi Mustafa Atatürk tarafından yeni Türkiye'nin başkenti ilan edilir . 

Resim yazısı ekle

Friglerden Romalılara , Bizansdan Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait Antik Kentlerden , tarihi eserlere , tapınaklardan camilerine kadar farklı kültürleri yansıtan Ankara , Atatürk'ün ebedi istirahatgahı  Anıtkabir'e de ev sahipliği yapmanın haklı gururunu taşır . 

Memleket isterim
Yaşamak , sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun .( Cahit Sıtkı Tarancı )


Her dönemin bir ruhu vardır ; bu ruh mekanlarından , semtlerine kadar o dönemin kültürünü yansıtır . bizim kuşağın mekanları o güzelim pastaneleri , kitapçıları , tiyatro ve sinemalarıydı . Büyüklü , küçüklü sohbetlerin ya da kaçışların yerleriydi o mekanlar . Yerini simitçilerin , bistroların aldığı günümüzde sevimli , kendini evindeymiş gibi hissettiğin yerler ne yazık ki çok az kaldı . Tunalı Hilmi'nin o güzel Flamingosu , belki hatırlayan çıkar Atatürk Bulvarı üstünde şimdiki Engürü  pasajının yerinde , rahmetli Yıldırım Önal'ın bir masasında oturduğu eski Yaprak pastanesi . 15 yıl Bodrum'da yaşadıktan sonra tekrar memleketi Ankara'ya dönen Cemal beyin Aşağı Ayrancıda açtığı küçük ve sevimli mekanı Az Şekerlide  yaptığımız sohbetlerde o dönemleri özlemle anarken ; aslında hayatımızın en güzel yıllarına duyduğumuz özlemi anlatıyorduk . Zafer Çarşısında kitapları karıştırıp derin sohbetler girdiğimiz çay ocağı , Soysal Pasajın altında felsefeci rahmetli Tuncer Tuğcu'nun Hat kitap evi , Cebeci Sun sineması , hemen yanında İnci pastanesi ve sineması . Neler yoktu ki , kapısında kuyruklar oluşturduğumuz Ankara Sanat Tiyatrosu , Çağdaş Sahne , Akün sineması . Ve tabii ki Ankara'nın simgesi PİKNİK .

Tıpkı Stefan Zweig'in dediği gibi : İnsan yaşlandıkça kendi gençliğini arıyor ve küçük anılar budalaca mutluluklar yaşatıyor . 

Az Şekerlide yeni bir Ankara nostaljisinde buluşmak dileğiyle sevgiler.




11 Kasım 2018 Pazar

AKÇAY




Sarıkız Meydanı
Kaz Dağlarının yeşiliyle körfezin mavi sularının buluştuğu Akçay Türkiye'nin ilk tatil beldelerinden . İda  Dağı eteğinde , milli parkın güzelliklerini ve efsanelerini barındıran bölge bol ve soğuk artezyen suları ile ünlü . 

Bazı güzellikler vardır , müzik gibi , şiir gibi ruhumuzu sarıp sarmalayan . Tıpkı Ferdi Merter'in kuğular şarkı söylemez'de dediği gibi :

Hayatın anlamı nerede saklıdır biliyor musun ?
Mona Liza'nın gülüşünde .
Hepimizin hüznü vardır o gülüşte ,
Ve hepimizin ikilemleri . 

Anadolu tıpkı Monaliza'nın gülüşü gibi ne çok şey anlatır bizlere , tüm güzelliği ve bilgeliğiyle . O güzellikleri ve sevgiyi görmek için ruhumuzun kapılarını açık bıraktığımızda ; Kuzey Ege kıyılarının o büyülü dünyası tıpkı dans eden bir kuğu gibi bizi bulunduğumuz çağdan , mekandan alıp bambaşka bir dünyaya götürür . 

Baba bir masal anlat bana , 
İçinde deniz ve balıklar , 
Yağmurla  kar olsun ,
Güneşle ay .

Aslında bir varmış , bir yokmuş diye başlar güzel Ege'nin hikayesi , tıpkı bir masal gibi . Bölgeden kimler gelip geçmemiş ki : Eski Yunanlılarda Ege kıyılarında kurulan şehir devletleri filozofları , mimarisi , devlet adamları ve yönetim şekilleriyle döneme damgasını vurarak , hayata yeni sözler , yeni umutlar bırakmışlardır . 

Antik Dönemde askeri ve stratejik açıdan oldukça önemli olan bölgede kurulan kentlerin ortak özelliği , M.Ö.1100  yıllarında Yunanistan ve Ege Adalarının Dorlar tarafından istila edilmesiyle Batı Anadolu kıyılarına doğru yapılan göçlerde gizlidir . M.Ö.1100 - 900 yıllarında Güney Ege'ye  Dorlar , Orta Ege'ye İonlar , Kuzey Ege'ye Aioller yerleşerek ; VIII. yüzyıl ortalarına doğru dinsel ve ticari ağırlıklı on iki şehir kurarlar . Şiir ve müziğe düşkünlükleriyle tanınan Aiollerin kurduğu kentler arasında Akçay civarında yer alan Khrysa'da vardır . Homeros'un şiirlerinde adı Stoeis olarak geçen Akçay bölgesi İlyada destanının I. bölümünde Akhalar'ın Turuva'ya saldırmadan önce aralarında Khrysa'nında bulunduğu civar kentleri yağmalayıp , yakıp , yıkmalarının öyküsünü anlatır . 
Strabon , eski Khrysa kentinin Edremit Körfezi kıyılarında  bulunduğunu , Turuva'nın müttefiki olarak yağmalandıktan sonra sürgün edilen halkın , Ezine - Ayvacık yakınlarında  Gülpınar civarında yeni kenti kurduğunu söyler . Strabon'a göre eski Khrysa kenti Edremit ovasında Antandros ile Adramyttion ( Ören ) arasında bir yerde ve deniz kıyısındadır .

Eski iskeleden geride kalanlar

1800' lü yıllarda Edremit 'in iskelesi konumunda olan Akçay , XX. yüzyılın başlarına kadar Fransız maden şirketi tarafından kurulan iskelesinden maden ihraç edilen bir limana sahiptir . 

Duyuyor  musunuz
Anadolu'nun yarınlara dönük olduğunu
Burada 
Eski çağlardan yeni çağlara yaşamanın
Sevmek olduğunu ( Fazıl Hüsnü Dağlarca )

İstediğiniz yerden denize girebileceğiniz sahillerinin yanı sıra , Kaz Dağlarının eteğinde milli parkın doyumsuz havasını solumak . Kordonda akşam üstleri büyülü Ege manzarası eşliğinde kahvemizi yudumlarken güneşin batışını izlemek . 

Mavi yaz akşamları , patikalarda dalgın ,
Gideceğim sürtüne , sürtüne buğdaylara .
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların .
Yıkasın bırakacağım başımı rüzgara ,
Ne bir şey düşünecek , ne bir laf edeceğim ;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi ,
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mesut sanki yanımda bir kadın varmış gibi . (Arthur Rimbaud)

Çevresinde efsanelerinden , doğasına kadar çok farklı güzellikleri barındıran Akçay yolculuğumuza Kızılkeçili köyü ile devam ediyoruz. 












10 Kasım 2018 Cumartesi

GÜRE




Güre Sahilleri


Altınoluk - Akçay arasında Kaz Dağları Milli Parkı eteklerinde kanyonları , şelaleleri , efsaneleriyle ünlü Güre'deyiz . Arkasında Kaz Dağları , karşısında Edremit Körfezi olan yeşilin , maviyle buluştuğu bir dünya . Endemik bitkileri , köknar , çam , çınar ağaçları , zeytinlikleri , denizi ve şifalı sularıyla Tanrıların armağanı olan İda Dağının bağrında tam bir kaçış noktası . 

İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken 
Sallanan  gemi misali
Sallanır durur içimde dünya . ( Melih Kibar - Çiğdem Talu )

Bazen bir söz , bir bakış, bazen de bir şarkı ruhumuzda fırtınalar kopardığında içine sıkıştığımız bu döngüden kurtulmak , kendimizi yenilemek için sığınacak bir liman ararız . Cıvıl cıvıl kuş seslerinin , şelale seslerine karıştığı bir doğa harikası olan Güre , Kaz Dağlarındaki kaçış noktaları arasında önemli bir durak . 

Bu güzel , bereketli toprakların tarihi , M.Ö.300'lü yıllara kadar dayanmakta . Antik Çağda Astyrene olarak adlandırılan bölge hakkında Strabon'dan belli bilgiler öğrenebiliyoruz . Strabon'a göre Adramytteion ( Edremit ) yakınındaki Astyra antik kentinde '' Astyrene Artemis ''tapınağı bulunur . Strabon bu tapınağın kutsal bir alanda olduğunu ve yakınlarında  '' Sapra '' adında bir su kaynağı bulunduğunu belirtir . Bölgede 2007 yılında Prof. Dr .Ahmet Yaraş ve ekibinin yaptığı kazılarda kilise kalıntıları , Afrodit sikkelerine rastlanmıştır . Bu kazılar sırasında bulunan nekropol kalıntıları , dor tarzı bazı sütunlar , lahit ve mermerden oyulmuş taşların Astyra Antik kentine ait olduğu anlaşılmaktadır . Kaplıcalarıyla ünlü Astyra mitolojide '' Afrodit'in banyosu '' olarak bilinen Roma dönemine ait antik bir kaplıcaya da ev sahipliği yapmaktadır . Bölge , 2011 yılında yapılan inşaat çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan kilise kalıntıları üzerine SİT alanı ilan edilmiştir .

Güre kaplıcaları bölgenin en önemli simgelerinden biri . Mineral yoğunlu ve kalitesi açısından dünyanın en iyi suları arasında yer alan suyun sıcaklığı zaman zaman 70 dereceyi aşar . Bir zamanlar aşk tanrıçası Afrodit'inde yakalandığı cüzzam hastalığından , bu sularda yıkanarak kurtulduğu ve eski güzelliğine kavuştuğuna inanılır . 

Eski Güre Köyü şimdiki adıyla Güre Mahallesi yukarıda İda'nın eteklerinde dev çınar ağaçlarıyla bezenmiş . Köy meydanındaki kahveyi geçip taş sokaklardan  yukarı doğru çıkmaya başlayınca eski evlerin büyüsüne kaptırıyorsunuz kendinizi . 

Can yoldaşım olmazsa olmasın ,
Yalnızım diye hayıflanmayasın  ,
Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi ,
Bir anne şevkatine müsavi ,
Üç adım ötede deniz ,
Dosttur ne öfkesi , ne durgunluğu sebepsiz. 
Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara ,
Ağaç yaprak verir , sır vermez rüzgara . ( Cahit Sıtkı Tarancı )



Ve bu terk edilmiş evlerin birbirinden güzel kapıları , tıpkı bir ağaç gibi ne sırlar saklıyorlardır kim bilir . Kapılar , ne çok şeyi ifade eder aslında . Arkalarında biriktirdikleri anılarla bir eşikten atlayıştır kapı , çınlayan çocuk kahkaları , sevgiler , hüzünler , önlerindeki arnavut kaldırımlı sokaklarında yapılan sohbetler .


Ege sahilleri , Trakya başta olmak üzere tüm Anadolu'da yaşanan mübadelenin izleri Güre'de de karşımıza çıkıyor . Bölge de yaşayan Rumlar Yunanistan'a gönderilirken yerlerine Midilli ve Sakız'dan gelen Rumlar yerleştirilir . Göçe zorlana insanların hazin yaşam öyküleri geliyor aklınıza . Her iki yakada da yüzyıllardır yaşadıkları evlerini , sevdiklerinin kabirlerini , işlerini ve en önemlisi anılarını geride bırakarak , hiç tanımadıkları bir ülkeye gelen I.kuşak mübadillerin yaşadıklarını düşünmek ayrı bir hüzün veriyor insana . Vecdi Bingöl ne güzel dile getirmiş dizelerinde :

Ayrılık yaman kelime
Benzetmek azdır ölüme,
Kim uğrasa bu zulme,
Gündüz olurmuş gece.

Kaderine terk edilmiş eski zeytinyağı binası , okul evler ; ve bunların arasından görülen görkemli Kaz Dağları .

Balıkçı teknelerine ev sahipliği yapan güre sahilleri tam bir balıkçı kasabası görünümünde . Kordon boyunca yer alan restoranları birbirinden lezzetli balıkları ve yöresel zeytinyağlı yemekleriyle gelenleri karşılıyor . İstediğiniz yerden denize girebileceğiniz sahil kesiminde yer alan zeytin evi yörede yetişen her türlü zeytin , zeytinyağı ve baharatları ile adeta bir zeytinyağı müze evi . Eski zeytinyağı fabrikalarının eğlence mekanlarına dönüştürüldüğü , 1880 yılı yapımı eski camisi , sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan amfi tiyatrosu ile sağlık , dağ ve deniz turizminin birlikte yaşandığı , zeytin ağaçları arasında sessiz bir cennet : GÜRE .










9 Kasım 2018 Cuma

YANKI İLE NERGİS




Efsanelerin dağı İda



Mitoslar , merkezinde tanrıların , tanrıçaların , hayvanların , insanların olduğu efsaneleri anlatır . Bu anlatım dinden , estetiğe , günlük yaşamın düzenlenmesinden , doğal zenginliklerine kadar hayatın her alanını kapsar . İnsanla doğanın barışmasının yolu bu mitosları anlamaktan geçer . 

Bana bir masal anlat baba
İçinde bütün oyunlarım
Kurtla kuzu olsun şekerle bal .

Yeni Türkü'nün bu güzel şarkısını hangimiz bilmeyiz ki ?  Masallar kısa bir süreliğine de olsa bizi , bambaşka dünyalara götürür . Güzel Ege kıyıları da masalları , mitleri ve efsaneleriyle ne çok şey anlatır bizlere . Temelinde sevgi , umut , kıskançlık kısaca insani duygular vardır .

Ahmet Ünver'in anlatımıyla Antik Çağlara gidip , sevgi ve kıskançlığı anlatan Yankı ile Nergisin masalını dinlemeye ne dersiniz :

Bir zamanlar , peri kızlarının içinde çok güzel sesli , çok sevimli bir peri vardı . Yankı'ydı adı . Her dinleyen bayılırdı Yankı'nın sesine . Ama kendi sesini en çok beğenen de yine kendisiydi . Yankı'nın çok hoşuna giderdi sesi . Konuşurken birden kendi sesinin güzelliğine , kendi kendini dinlemeye kaptırır ; konuşmayı unuturdu . 

Günlerden bir gün , gelinciklerle , papatyalarla, zambaklarla dolu yemyeşil kırlarda şarkı söyleyip , kendi sesine hayran dans ederken , Tanrıça Hera'yla karşılaşır . Tanrılar Tanrısı Zeus'un karısıydı Hera . Çok huysuz , geçimsiz , kıskanç bir tanrıçaydı . Kocası Zeus bile zaman zaman ona dayanamaz olurdu . Kıskanç Hera  , kendisine selam veren Yankı'yı ters ters süzdü . 

'' Günaydın Tanrıçam '' diyordu Yankı . '' Ne güzel bir gün değil mi ? Çiçekler açmış , mis gibi kokuyor çayırlar . Meltem ne güzel ! İçimden şarkı söylemek geliyor . Siz de istemez miydiniz ? '' Duyduğu sevinç Yankı'nın sesini daha da güzelleştirmişti . Hera kıskançlıktan neredeyse çatlayacaktı . Yankı , hayran hayran dinledi kendi sesini  ; sonra mutluluk içinde , Hera'ya '' Bu gün sesim her zamankinden daha güzel , değilmi Tanrıçam ? İsterseniz sizin için söyleyeyim şarkımı ! ''

Bu kadarı da çoktu doğrusu ! Bakındı şu densiz periye !  , Evet  sesi güzeldi güzel olmasına ya , yine de alt tarafı bir periydi işte . Tanrılar Tanrısının karısıyla konuşacak kadar önemli biri değildi . Ahhh!... Ama çok güzeldi sesi .  Niye sanki Hera'nın sesi onunki kadar güzel değildi ! Kıskançlıktan , öfkeden kıpkırmızı kesilmişti Hera . '' Bir de karşıma geçmiş , yüzüme karşı söylüyor sesinin güzelliğini .Öyle bir ceza vereyim ki şuna , pişman olsun ! '' diye söylendi kendi kendine . Sonra kaşlarını daha da çatıp , Yankı'ya haykırdı :

'' Seni gidi densiz peri ! Beni yolumdan alıkoyar , sesin güzel diye şişim şişim şişinirsin ha! Bana tek kelime fırsatı vermeden hem de ! Sana öyle bir ceza vereyim ki , aklın başına gelsin . Bundan sonra hiç konuşama ! Yalnızca biri sana bir şey söylediği zaman , onun son sözünü tekrarla . Bir daha o pek övündüğün sesini ne sen , ne de başkaları duysun ! ''

Çok ağır bir cezaydı bu . Yankı'cık bu kadar sert karşılanacak ne yapmıştı ki !  Üstelik ,Tanrıçaya şarkı söylemek istemişti yalnızca .İtiraz etmek için ağzını açtı , ama kulaklarına inanamadı Yankı : Ağzından bir tek '' duysun! '' sözcüğü çıkmıştı - kıskanç Tanrıça Hera'nın  son söylediği sözcük . 

Hera

'' Bu sana ve senin gibilere ders olsun ! '' diye bağırdı neşe içinde kötü huylu Tanrıça. '' olsun '' diyebildi Yankı'cık . O güzelim sesi yoktu artık . Ne şarkı söyleyebilecek , ne arkadaşlarıyla oynayabilecek , ne çiçeklere , nede kuşlara konabilecekti artık . O günden sonra hiç kimseye görünmedi . Dağlarda , tepelerde, ormanlarda yapayalnız ağlaya ağlaya dolaştı . 

O acılı günlerin birinde , mor taneleri olgunlaşmış , yemyeşil defne ağaçlarıyla dolu bir ormanda , kuş sesleri arasında gezinirken yakışıklı mı yakışıklı , gencecik bir delikanlı gördü . Delikanlının gür sarı saçları , güneş değdikçe pırıl , pırıl parlıyordu . İçinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti güzel peri kızı . Aşık olmuştu . 

Daha yakından görebilmek için , biraz ilerdeki defne ağacının arkasına saklanmak istedi . Delikanlı kırılan bir dalın sesini duyunca '' kim o'' diye seslendi . O diyebildi Yankı'cık . Onu duymuştu delikanlı ''Kim var orada '' Orada dedi  Yankı'cık. Saklandığı ağacın arkasından çıktı . Tanrım yakından çok daha güzeldi genç . İçi titredi Yankı'nın. Yasaktı konuşması , yasaktı ! Ağlamaya başladı . Delikanlı yaklaştı yanına '' Benim adım Narkissos .'' dedi yanağını okşarken Yankı'nın . '' Ya sen kimsin '' Kimsin diyebildi Yankı'cık . '' Hep benim söylediklerimi tekrarlıyorsun '' diyen Narkissos kızmıştı artık . Çok kızmıştı Narkissos , hırsla döndü , aldı başını gitti tek bir söz söylemeden . 

Zavallı yankı , öylece kalakalmıştı , yapayalnızdı yine işte . Narkissos'u çok sevmişti , ah, bir anlatabilseydi Hera'nın verdiği cezayı . Bu kadar kızmazdı belki o zaman. Ama anlamamıştı işte Yankı'nın derdini . Kalpsizdi demek . Yankı tutamadı kendini '' Sende benim gibi ol , sev ama anlatama .Sev ama karşılık görme '' demek geldi diyemedi . Tanrılar duydu onu , çok acıdılar , bu dileğinin gerçekleşmesine karar verdiler . 

Narkissos ormanda çok yürümüş , yorulmuş , susamıştı . Bir pınar gördü ilerde , şırıl şırıl akıyordu çakıl taşlarının üzerinde . Bir türlü konuşamayan Yankı'da bir ağacın arkasına sindi . Su çok güzeldi , pınarın güzelliği , serinliği sarmıştı Narkissos'un her yanını . Suyun kıpırtısız , ayna gibi yüzüne yansıyan gür sarı saçlı , ela gözlü , dünya güzeli bir yüz gördü . 

Hayran olmuştu gördüğü yüze . Ne bilsin Narkissos Tanrıların ona bir oyunu olduğunu . Ne bilsin suda gördüğünün kendi yansıması olduğunu . Aşık oldu yansımasına. Dokunmaya , okşamaya çalıştıkça kaybolan yansımasını hiç dokunmamaya okşamamaya çalışarak günlerce , gecelerce seyretti . Yemek yemeyi bile unutmuştu , günler geçti  , sonunda Narkissos açlıktan ve susuzluktan bir sabah gün doğmadan can verdi . Tanrılar bile dayanamayıp ağladılar . İş işten geçmeden yeni bir karar verdiler : Narkissos'u su kenarlarında yetişen nazlı , güzel kokulu , sarılı beyazlı bir çiçeğe dönüştürdüler . Bildiğimiz nergis çiçeğine . 

Sevgilisinin başına gelenleri gören Yankı perişan oldu , Peri kızları ölümsüz olduğu için , iğne ipliğe dönerek sonunda görünmez oldu . Kendini ıssız dağlara attı . Bugünde görünmez Yankı , o ıssız dağ başlarında yalnızca sesi duyulur . Kıskanç Hera'nın verdiği ceza sürdüğü için  , kendisine seslenenlerin son sözlerini tekrarlar hala .

Nergis ise , su kıyılarında narin boynunu eğip , kendi beyaz sarı yüzünü seyreder hayran hayran . İşte bu nedenle kendine hayran olanlara , Narkissos'tan esinlenerek  narsist denir günümüzde. 








7 Kasım 2018 Çarşamba

ÇAMLIBEL








Yeşil bir vadide Edremit Körfezine hakim manzarasıyla büyülü bir Ege köyü . Tarihi Bizans Dönemine kadar uzanan köyün halkı , Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1530 - 1538 yıllarında korsan baskınlarından dolayı şimdiki yerine taşınır . Bu taşınma sırasında evlerini tahtadan barakalar şeklinde acele olarak yaptıkları için köyün ismi Tahtaköy olur . 1972 yılında Çamlıbel olarak ismi değiştirilen köyde , bugün geçmişten gelen ağaç evler , ayakta kalma mücadelesi veriyor . 

Sessizliğini sadece kuşların ve rüzgarların bozduğu bu büyülü dünyada zeytin ağaçları ve çamlarla çevrili yemyeşil bir tepeden Edremit Körfezini , İda dağının gökyüzü ile buluşmasını seyretmek . 

Ve geçmişten günümüze kadar kalanlar ve gidenlerin hikayelerini düşünmek . 1923 - 1924 yıllarındaki mübadelenin izleri bu köyde de bizi karşılıyor . Bir zamanlar kilisesi , Rum okulu olan  , Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı köy de bu kopuştan payını alır . Yerlerine Girit  , Midilli ve  Selanik'den gelenler yerleştirilir . Her iki yakada kuşaktan  kuşağa aktarılan buruk anılar , şiir ve şarkılar aradan geçen on yıllara rağmen aynı hüznü taşır , bizi o günlere geri götürür . Onları okurken ,Hümeyra'nın o güzel sesiyle seslendirdiği Yahya Kemal Beyatlı'nın ölümsüz mısraları yüreğimizin derinliklerinden gün yüzüne çıkar :

Artık Demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol ,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol . 

Köyün meydanında dolaşırken üretken insanların birbirinden renkli mekanlarını görünce insanın içini bir neşe kaplıyor . İstanbul'dan taşınıp gelen Saadet Yılmaz  Kendi sitesinde '' Gelmek isteyen bal gibi bulur , gerisi hikaye . Edremit Körfezini bulacaksın ilkin , sonra Güre İskele Mevkini . Kime sorsan söyler Çamlıbey Köyünü , şimdi oldu Çamlıbel Mahallesi . Gerisi hikaye , hemde ne hikaye ; köyün delisi hikayesi '' diye anlatıyor kendilerini . 
Köyün Delisi

Sevimli kulübelerinde el emeği , göz nuru ve sevgiyle ürettikleri giysi , takı , aksesuarlarına hayran kalmamak mümkün değil . Eski bir garajdan çevrilen Çamlıbel Muhtarlığı Kültür Evi köyün tarihinin yanı sıra , resim , fotoğraf sergileri gibi sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor . Anka Atölyesi , yol kenarındaki Rüzgar Tepe , Asma Altı , eskiden çöplükken   kadın eli değmesiyle güzel mekana dönüşen Saklı Bahçe .


Bazen kentlerin kalabalığından kaçıp sığınacak bir liman ararız . Fahrelnissa Zeid'in dediği gibi '' Hayatın resmini yapmalıyız , ruhun derinliklerinin ışığının düştüğü canlı renklerle '' Etrafı zeytinliklerle çevrili Çamlıbel Zeid'in dediği gibi hayatın resmini yapmak , doğayla baş başa kalıp dinlenmek için ideal bir yer . Başı dumanlı İda dağı , elini uzatsan yakalayacakmışsın hissini uyandıran bulutlar ve aşağıda maviyle yeşilin dans ettiği Ege kıyıları .

O zaman soruyor insan kendisine : Sevgi emek miydi gerçekten ? Neydi sevgi ? İda'nın doruklarından yankılayıp böcekleri , çiçekleri , pınarlarından süzülerek kalbimize yansıyan Tuncel Kurtiz'in dizelerimi , yoksa tüm evrene karşılıksız açtığımız ruhumuz mu ? Sahi neydi sevgi ?

Gerçeği öğrenmek için ;
Kimi kendini ortaya atar ,
Kimi de başkasını ateşe atar .
Ama insanın çaresizce aradığı şey ,
Gerçek değildir aslında .
Bir kuytuda bırakıp gittiği 
Kendini arıyordur aslında . ( Tuncel Kurtiz )

Tıpkı doğa gibi , kabrinin Çamlıbel tepelerinde olduğu Tuncel Kurtiz'den de öğreneceğimiz ne çok şey var aslında .



6 Kasım 2018 Salı

TAHTAKUŞLAR KÖYÜ




Farklı kültürlere ev sahipliği yapan , bağrında nice filozofları , şairleri ,halk ozanlarını çıkaran Anadolu . Bunun en güzel örneklerinden birini Edremit - Çanakkale yolu üzerinde Çamlıbel yakınlarındaki Tahtakuşlar Türkmen köyünde görüyoruz . XIII. Yüzyılda Orta Asya'dan Moğol baskısı nedeniyle ayrılıp Horasan'a , ardından Irak'a , en sonunda Toroslar'a gelen Türkmenler ,orman ürünlerini işlemedeki ustalıkları nedeniyle Tahtacılar olarak anılmaya başlanır . Fatih Sultan Mehmet gemi kerestesi biçtirmek için onları Kaz Dağlarına davet eder . Padişahın fermanı üzerine Kaz Dağları'na gelen tahtacılar 67 gemiyle beraber , farklı ahşap malzemeler yaparak , yıllar içinde bölgeyi terk etmeyip kurdukları köye yerleşirler . 

İda'nın dağlarından kopup gelen rüzgarın taşıdığı fısıltılar , muhteşem Ege kıyıları . Ve fazıl Hüsnü Dağlarca'nın muhteşem dizeleri :

Görüyor musunuz
Anadolu'nun başka evren olduğunu ,
Burada
Nice ulusların yüz bin yıldır
Kardeşliklerle harman olduğunu .

Türkmen kültürünü gözler önüne seren köy , aynı zamanda Alibey Kudar Özel Etnografya Müzesine 'de ev sahipliği yapıyor . Müze bu köyde doğmuş olan Köy Enstitülü emekli öğretmen  Alibey Kudar tarafından kurulmuş . Kaybolmaya yüz tutmuş Türkmen Kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan müze 1991 yılında açılıyor . 


Aralarında Unesco'nunda bulunduğu dokuz ödüle sahip müzede Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk boylarının ilginç ve özgün kültür varlıklarını görmemiz mümkün.

Halk müziği sanatçımız Ali Ekber Çiçek'in kabrinin de bulunduğu Tahtakuşlar'dan , ozanımızın güzel bir türküsünü İda'nın doruklarındaki bulutlara göndererek ayrılıyoruz :

Hazin , hazin esen yelleri
Hiç bülbül öter mi gül olmayınca 
Her aşık dünyada murad almaz 
Yanıp ateşlere kül olmayınca .