Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Kasım 2018 Pazartesi

TARİHİN İZİNDE ÖREN





Kuzeyinde Homeros'un bin pınarlı Zeus'un evi İda , doğusunda ana tanrıça Kybele 'nin evi Madra dağı , dağın eteklerinde körfez kıyısında geçmiş uygarlıkları bağrında barındıran Ören . Tıpkı Ahmet Arif'in dizeleri gibi '' Bir sevdadır böylesine yaşamak '' Uygarlığın beşiği Anadolu . Tarihi , bir zamanlar bu topraklarda yaşayan filozofları , Antik Kentleri , doğasıyla Ege kıyıları bir sevdaya dönüşür zamanla . Neler yoktur ki bu sevdanın içinde . Kaz dağlarının o doyumsuz güzellikleri , İda'nın savaşlar olsa da sonu mutlulukla biten mitleri , bütün uygarlıkların izini taşıyan büyülü köyleri ve en önemlisi ışıklar sahili Ören'de gün batımı .

Ören , tarihteki adıyla Adramyyteion . Ören Tepe de körfez ve dağ manzarası eşliğinde kahvelerimizi yudumlarken , rüzgarların Antik Çağdan günümüze taşıdığı ezgileri dinliyoruz , dudaklarımızda son dönemlerini burada geçiren Ruhi Su'nun  ölümsüz sesiyle söylediği o güzel türkü :

Kah çıkarım gökyüzüne , seyrederim alemi 
Kah inerim yeryüzüne ,  seyreder alem beni 

Ne güzel türküdür o , bizde çıkarız İda'nın doruklarına , kim bilir belki bir zamanlar buralara geldiği söylenen Aristo'yla kesişir yolumuz . Belki de Adramyyteion sokaklarında , Atinalılar tarafından yurtlarından kovulan Delosluları görürüz ; ya da Atinalıların yenilmesi sonucunu doğuran savaşlar sonrası bölge halkının Persler tarafından katledilişini izleriz dehşet içinde . Aşağı indiğimizde Persliler tarafından bölgeye yerleştirilen Sardesliler karşılar bizleri kim bilir .Hemen yanı başımızda Ruhi Su elinde sazıyla o doyumsuz türkülerini söyler sevgi ve kardeşlik adına :

Kalırım kalırım , dostlar yandadır ,
ölürüm ölürüm kardeş , aklım sendedir .


Fotoğraf : Erkmen Senan 
Aslında bir varmış , bir yokmuş diye başlamaz mı insanlık tarihi . Antik dönemde bir Mysia yerleşim yeri olan Adramytteion Truva - Bergama yolu üzerinde stratejik bir konumda yer alır . 2001 yılında başlayan kazı çalışmaları , bölgede yerleşimin Erken Demir Çağına kadar gittiğini gösterir . Önemli bir liman kenti olan Adramytteion 'un kuruluşuyla ilgili Antik Çağ yazarları farklı görüşler ileri sürer . Strabon'a göre Atina'nın kolonisi olarak kurulur ; Stephanos ise kentin kuruluşunu Lidyalılara dayandırır ki bu görüş daha sonra Strabon tarafından desteklenir . Stephanos Lidya kralı Alyattes'in oğlu Adramys tarafından kurulduğunu söyler Adramytteionun . Kaz ve Madra dağlarının eteklerinde yer alan bu tarihi şehir , yeraltı ve yer üstü kaynaklarının zenginlikleri sayesinde döneminin en önemli yerleşim yerlerinden biridir . Anayasa mahkemesi bulunan  ve zamanında bir hukuk devleti olan bu tarihi kent , çevresindeki diğer kentler gibi farklı dönemlerde savaşları , yıkımları  ve göçleri yaşamış , zamanın ruhu bu topraklara da büyük yıkımlar getirmiştir . Atinalılardan Deloslulara ; Sardeslilerden Türklere kadar pek çok uygarlığı bağrında barındırmış bölgenin tarihi  , Antik Çağ şairi Publius Ovidius'un bir sözünü getiriyor aklımıza '' Her şey değişir , hiç bir şey yok olmaz '' 

1956 yılına kadar , kaderine terk edilmiş olan bölge palamut ve meşe ağaçlarıyla kaplı tertemiz kumsalı , bağrında barındırdığı antik eserleri ve hikayeleriyle adeta bir uyuyan güzeldir . 1957 yılında dönemin kaymakamı Hüseyin Öğütcen bölge halkının karşı çıkmasına rağmen buraları iskana açar . Ve Antik Kentin tarihiyle ilgili hüzünlü süreç başlar . Bugün Öğretmenler Mahallesi başta olmak üzere yapılan yazlıkların altında kalır dönemin en görkemli yapıları . Günümüzde de devam eden kazılarda o güzelim mozaiklere , Roma villalarına , tiyatrosuna ulaşmak ümidiyle döneminin en zengin yerleşim yerlerinden biri olan Adramytteion 'u Kemalettin Kamu'nun o güzel mısralarıyla selamlıyoruz . Çocukluğumuzun anıları arasında kalan o mısralar :

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun 
Nadir duyabileceği taze bir heyecanla 
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla 
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına 
Gönlümü yayla yaptım Bingöl Çobanlarına . 

Belki de gerçek mutluluk o zamanlardaydı . İnsanın tüketim hırsına yenik düşmediği zamanlar , dostluklar ve vefanın henüz kirlenmediği zamanlar. Örenden ve Adramytteiondan kucak dolusu sevgiler ....







23 Kasım 2018 Cuma

SEVGİNİN VE TÖRENİN DİYARI : EDREMİT



Fotoğraf :  Balıkesir Memleket Gazetesi



Çam , fıstık , çınar ağaçlarıyla bezeli zeytinin memleketindeyiz : EDREMİT . 

Uykusuz gecelerde
Gönüldaş iki saklı kente
Gider gelir yüreğim
Elimde kalan son gülü de kurt kapar .

Tıpkı Leyla Erbil'in Kalan'da yazdığı gibi gider , gelir yüreğimiz Ankara sokaklarıyla İda'nın o büyülü dünyası arasında . Sınırları içinde Antik Çağdan günümüze çok farklı kültürleri , güzellikleri , masal tadında kimi hüzünlü , kimi sevinçli yaşanmışlıkları bizlere anlatan Edremit Körfezi . Mitolojideki adıyla İdaion tüm bilgeliğiyle bizleri çağırıyor .

Neydi aradığımız bu hoyrat zamanlarda , nasıl ulaşırdık hiç dilimizden düşürmediğimiz gerçek sevgiye , dostluk ve vefaya . Binlerce yıldır bağrında farklı uygarlıkları barındırmış , kentlerin yakılıp yıkıldığını görmüş kutsal Madra Dağı , Zeus'un evi İda söyler belki , gerçek dostluğun vefanın ne olduğunu . Madra'dan , Kaz dağlarının o efsanevi masallarından gelen Leyla Erbil'in sesi Antandros'dan Adramytteion'a kadar uzanıyor :

'' Neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın ,,, Hangi hakikatinin ,,, Ama bilmelisin ,,,evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli ,,,gidebileceği kadar gitmeli,,, ''

Doğusunda mitolojideki adıyla Pindasos , ana tanrıçanın kutsal dağı Madra , kuzeyinde Zeus'un evi İda Kaz dağları arasında yer alan Edremit ve çevresinin tarihi Neolitik döneme kadar iner . Eski kent Ören bölgesinde kurulan Adramytteion'dur . Önemli bir liman şehri olan eski kentten kimler gelip geçmemiş ki . Truva - Bergama yolu üzerinde , stratejik konumu nedeniyle Lidyalılardan Perslere kadar dönemin farklı devletlerinin hakimiyeti altına giren kent , en parlak yıllarını Bergama Kralığı'na bağlandığı M.Ö.4. yüzyılda yaşar . Roma , Bizans , Selçuklular , Saruhan Beyliği ; nice yıkımlar yaşamış olan bölge hristiyanlık döneminde piskoposluk merkezine dönüşür . 1335 yılında Osmanlı hakimiyetine geçen bölgede yaptırır Fatih Sultan Mehmet o ünlü kalasları . Ve o kalasların üzerinden indirtir  Haliç'e gemileri . 

Onat Kutlar'ın sesi yankılanıyor kulaklarımızda :

Saklı kent bıktım seni kuşatan 
Kendi çadırlarından kör kılıcına 
Tuğlarla örülmüş yanık sulardan 
Bıktım bana uzaklığı öğreten 
Di'li geçmiş zamandan 
Yazılmış kuşatma günlüklerinden 
Taş perdeleriyle bir gize doğru 
Yelken açan kent göremiyorum seni .

Fotoğraf : Neredekal .com 


Çevresinde farklı efsaneleri , kültürleri Antik Dönemlerden günümüze taşıyan Edremit bize hayatı anlatır. Emine'yle Hasan burada kurulan pazarda görüp aşık olurlar birbirlerine , gene burada töreye yenik düşerek kıyarlar canlarına . Kıskançlıklarla , egemen erkek kültürüne yenik düşen güzeller güzeli Sarıkız gene buradan gönderilir Kaz Dağlarının tepelerine . 

Sınırları içinde barındırdığı o güzel Ege köyleri : Akçay , Altınoluk , Çamlıbel , Güre , Kızılkeçili , Tahtakuşlar , Zeytinli . Ve mitolojideki ışıklar sahili . Eski sokaklarında ıhlamur ağaçlarının kokusu , eski Rum evleri ; soğuk suları , kanyonları , kaplıcaları . Bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi mübadelenin acılarını yaşamış sokakları , gelenlerin gidenlerin acılarına tanık olmuş iskelesi . Dili olsa da anlatsa o eski evler , sokaklar bu insanların hikayelerini . Kulaklarımızda Zara'nın o güzel sesi :

Bir fırtına tuttu bizi , deryaya kardı 
O bizim kavuşmalarımız a yarim , mahşere kaldı .

Asırlık ağaçları , Kaz Dağları ve Madra Dağının o güzel havası , efsaneleri , doğası ve deniziyle ; Antandros , Astyra , Adramytteion Antik Kentleri gerçek sevgi ve dostluğu , vefayı öğretmek için bizi çağırıyor . Adramytteion'da buluşmak üzere sevgiyle kalın .

21 Kasım 2018 Çarşamba

BİR ANKARA MASALI II



                        Atatürk Bulvarı ( fotoğraf : Onedio )
Bende tarçın , sende ıhlamur kokusu,
Yürürüz başkentin sokaklarında.

Bütün yollar Roma'ya çıkar diye bir söz vardır ya , bizde de bütün yolculukların sonu , Cemal Süreya'nın ıhlamur kokulu Ankara sokaklarına çıkıyor . Akasya ağaçlarıyla bezeli o ıhlamur kokulu sokakları artık geçmişte kalsa da kentler aslında bizlere ölümsüzlüğü sağlayan mekanlardır . Yunan mitolojisinde fizik ve moral gücünün tanrısı Herkül , yaşlılık tanrısı Geras'ı öldürerek insanın ölümsüzlüğünü sağlamıştır . Aslında insanın ölümsüzlüğü , yerleşim yerlerinin aradan binlerce yıl geçse de bize aktardıkları o yaşanmışlıklarda gizlidir . Her uygarlık hayata bir iz bırakarak geçer , o izler bizlere hayatın devamlılığını , dostluğu , vefayı anlatarak , sevmeyi öğretir .

Yüreğimize dokunan anılar biriktiririz , aradan yıllar geçse de unutulmayan , bazen bir sokağı dönünce karşımıza çıkan bir ağaç , bir şiirin dizeleri , bazen de bir şarkı bizi alır o yıllara geri götürür . Sene 1968 , Cem Karaca'nın çıkış şarkısı :

Bir gün belki hayattan 
Geçmişteki günlerden 
Bir teselli ararsan 
Bak o zaman resmime .

Hisar Önü ( Fotoğraf : Lavarla )

Bugün eski Ankara'yı ancak kartpostallardan , yada kırık dökük topladığımız  bilgilerden öğrenebiliyoruz . 1900'lü yıllara kadar dünya sof üretiminin tekelini elinde bulunduran , bağları ve tiftik keçileri ile ünlü bu tarihi kent ; müslüman ve gayrimüslim burjuvazisi ile renkli bir kültüre sahipti . Hisarönü'nde bulunan konaklar , içinden hatip çayı geçen dönemin en gözde mesire yeri bent deresi  ;  tarihi 1886 yılına kadar uzanan şimdiki Yüksek İhtisas Hastanesi'nin olduğu yerde , mezunlarının arasında Orhan Veli , Ahmet Hamdi Tanpınar'ların olduğu eski adıyla Taş mektep yani Atatürk Lisesi ve daha neler neler . Sezen'in o büyülü sesi kulaklarımızda çınlıyor :

Hani herkes arkadaş 
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken 
Eskidendi , eskidendi ,çok eskiden .

1916 Ankara yangını kent için bir dönüm noktası olur . Şimdiki hisar parkının bulunduğu bölgede olan Hisar Önü mahallesi , çıkrıkçılar yokuşu , bedesten , saraçlar çarşısı , at pazarı bölgelerini etkileyen yangın , pek çok yerin tamamen yok olmasına yol açarak üç gün iki gece sürer . O sırada kentte bulunan Refik Halit Karay '' Yangın yakacak başka bir şey bulamayınca kendiliğinden söndü '' diye özetler bu faciayı .

Cumhuriyet dönemi , mimar Vedat Tek'in Ulus'taki 2.Meclis Binası ve Ankara Palas Otelinin tasarımlarını yapması , mimar Kemalettin Bey'in bu projeleri tamamlaması , Ankara'daki mebus ve memurlar için , şimdi tiyatro binası olan Evkaf  apartmanının yapımı . 1928 yılına gelindiğinde Alman mimar Herman Jansen'in adını taşıyan Jansen planı devreye girer . Ve Ankara'nın dönüşümü tamamlanır . Artık geniş bulvarları , bahçe içinde üç dört katlı evleriyle yeni bir Ankara kurulmuştur . Çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği ANKARA.

Kızılay 1965 ( Fotoğraf  DH Forum )

Şimdi ay usul , yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden 
Geçen geçti
Geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlikte de geceler gibi eskidendi ( Murathan Mungan )

Yaz akşamları sokaklarda gitar eşliğinde söylenen şarkılar , henüz televizyonların çok fazla hayatımıza girmediği , arkadaşlıkların dolu , dolu yaşandığı ; iki üç katlı , meyve ağaçlarıyla bezeli bahçeleriyle eski cebeci evleri ,  sokakları . Ne çok şey değişti hayatımızın aynası olan kentlerimizde . Akasya , ıhlamur kokan ağaçlarımız , neşeyle şarkılar söylediğimiz sokaklarımız resimlerde kaldı artık . Ankara gençlik yıllarımızın o güzel kenti . Çok zaman geçmedi aslında Kerim Avşar'ın o etkileyici sesiyle Devlet tiyatrosunda oynadığı Brecht'in Galile'nin yaşamı oyunundan . 1960'lardan günümüze kadar bir okula dönüşen Ankara Sanat Tiyatrosu ; Asaf Çiyiltepe'den Güner Sümer'e , Rutkay Aziz'den Kerim Avşar'a kimleri ağırlamadı ki .

Az Şekerlide yeni bir Ankara sohbetinde buluşmak dileğiyle sevgiler .





18 Kasım 2018 Pazar

TÖRENİN VE SEVDANIN HİKAYESİ : HASAN BOĞULDU



Fotoğraf : Biz Evde Yokuz

Mitolojideki adıyla İda , Kaz Dağları . Efsaneleri , Antik Kentleri , doğasıyla tarih öncesinden gelen , farklı uygarlıkların bize bıraktığı büyük miras . Neler yoktur ki bu mirasın içinde : Yağmalanmış yıkılmış Antik Kentleriyle savaşların anlamsızlığını , Gargaran tepesinde Hera'nın Zeus'u oyalayarak Troya savaşının kaderini etkilemesiyle entrikaları , üç güzeller yarışmasıyla hırsları ve egoları anlatır bizlere . Ama en önemlisi bağrında barındırdığı çağlayanları , ağaçları , bitkileri ve hayvan türleriyle çok sesli bir dünyada , barış içinde bir arada yaşamanın ip uçlarını vererek ; bu mirasın sorumluluğunu hatırlatır bizlere . 

Aşklar sevdalar ve şefkat vardır bu anlatımda . Paris'i bağrında büyüten bu dağlar , onun Helen'le olan aşkına tanıklık eder . Tanrıça Aphrodite , Ankhises'e burada aşık olur , Zeus ile Hera'nın görkemli düğünleri gene İda'da Gargaran'da yapılır . Osmanlı döneminde bölgeye Türkmenlerin yerleşmesiyle efsanelerde zenginleşir , ama aşk ve sevda üstüne olanlar hiç değişmez , sadece mutlu sonlar yerini hüzünlü hikayelere bırakır . 

Fotoğraf : Neredekal.com

Bu sevdalardan en bilineninin yaşandığı Hasan Boğuldu'ya gelmeden önce Sütüven şelalesi karşılıyor bizleri . Kızılkeçili çayı üzerinde yer alan şelale doğal güzellikleriyle hayatın anlamını bir kez daha anlatıyor tüm insanlara . 17 metre yukarıdan dökülen suların nağmelerine eşlik eden kuşların şarkıları , ulu çınar ağaçları , havada İda'nın kokusu bizi doğanın bağrındaki gerçek dünyaya götürüyor .

Hasan Boğuldu'ya doğru ilerlerken Romalılardan kalan su kemerleri eşlik ediyor bizlere . Ve Hasan Boğuldu göletindeyiz . Kızılkeçili çayından gelen sularının oluşturduğu bu göletin etrafı yüksek ağaçlarla çevrili . Töreye yenik düşen bir aşkın hüzünlü hikayesidir Hasan Boğuldu . Kavuşamayan Hasan ve Emine'nin ölümsüz aşklarını günümüze taşıyan bu sevda bize , tıpkı Ferhat ile Şirin gibi sevginin ölümsüzlüğünü anlatır . Obalı Emine ile Ovalı Hasan Edremit pazarında ilk karşılaştıklarında sevdalanırlar birbirlerine . Evlenmeye karar verdiklerinde obalıların töre engeli çıkar karşılarına . Hasan'ın bir sınavdan geçmesi gerekmektedir . Efsane bu ya , kimilerine göre 60  , kimilerine göre 100 kiloluk tuz çuvalını Kaz dağlarının doruklarındaki obaya sırtında çıkarması istenir Hasan'dan . Oysa ki Hasan ovalıdır , o ağırlıktaki bir yükü 4 - 5 saatlik bir dağ yolculuğunda taşıması imkansızdır . Sütüven şelalesine Emine'yle birlikte ulaşan Hasan'ın gücü tükenir ve düşer ; kaçma teklifini töre nedeniyle geri çeviren Emine obasına geri döner . Pişman olduğunda ise artık çok geçtir . Geri döndüğünde Hasan'ı bulamaz , ona hediye ettiği çevreyi göletin sularında görünce öldüğünü anlar , kendini göletin başındaki bir çınar ağacına asarak yaşamına son verir. O günden sonra büvetin adı Hasan Boğuldu , çınarın adı da Emine Çınar olur .

Fotoğraf : Sinan Doğan


Bu ölümsüz , kavuşamayan aşıklar için ağıtlar yakılır :

Zeytinli'den Beyoba'ya gider mi ,
Sevda yollarında çile biter mi ,
Ayrılığın yarası tuzla pişer mi . 
Dağlardan yankımış sesi duyulmuş ,
Yaşayamam gayrı Hasan boğulmuş .

Bu aşk tıpkı diğer anadolu efsanelerinde olduğu gibi hafızalara kazınarak , nesilden  nesile günümüze kadar ulaşmış , filmlere , şiirlere , romanlara konu olmuştur . Sevginin ve aşkın kazanması , törelere yenik düşmemesi umuduyla ; bu aşkı ölümsüzleştiren Sabahattin Ali ' ye bırakıyoruz sözü :



Uzaklardan sesin aldım ,
Çevreni derede buldum ,
Nereye gittiğin bildim ,
Hasanım arkandan geldim .

Köyden , obadan kovulan ,
Duru sularda boğulan ,
Toz  köpük olan dağılan ,
Hasanım arkandan geldim .