Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Kasım 2018 Cumartesi

GÜRE




Güre Sahilleri


Altınoluk - Akçay arasında Kaz Dağları Milli Parkı eteklerinde kanyonları , şelaleleri , efsaneleriyle ünlü Güre'deyiz . Arkasında Kaz Dağları , karşısında Edremit Körfezi olan yeşilin , maviyle buluştuğu bir dünya . Endemik bitkileri , köknar , çam , çınar ağaçları , zeytinlikleri , denizi ve şifalı sularıyla Tanrıların armağanı olan İda Dağının bağrında tam bir kaçış noktası . 

İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken 
Sallanan  gemi misali
Sallanır durur içimde dünya . ( Melih Kibar - Çiğdem Talu )

Bazen bir söz , bir bakış, bazen de bir şarkı ruhumuzda fırtınalar kopardığında içine sıkıştığımız bu döngüden kurtulmak , kendimizi yenilemek için sığınacak bir liman ararız . Cıvıl cıvıl kuş seslerinin , şelale seslerine karıştığı bir doğa harikası olan Güre , Kaz Dağlarındaki kaçış noktaları arasında önemli bir durak . 

Bu güzel , bereketli toprakların tarihi , M.Ö.300'lü yıllara kadar dayanmakta . Antik Çağda Astyrene olarak adlandırılan bölge hakkında Strabon'dan belli bilgiler öğrenebiliyoruz . Strabon'a göre Adramytteion ( Edremit ) yakınındaki Astyra antik kentinde '' Astyrene Artemis ''tapınağı bulunur . Strabon bu tapınağın kutsal bir alanda olduğunu ve yakınlarında  '' Sapra '' adında bir su kaynağı bulunduğunu belirtir . Bölgede 2007 yılında Prof. Dr .Ahmet Yaraş ve ekibinin yaptığı kazılarda kilise kalıntıları , Afrodit sikkelerine rastlanmıştır . Bu kazılar sırasında bulunan nekropol kalıntıları , dor tarzı bazı sütunlar , lahit ve mermerden oyulmuş taşların Astyra Antik kentine ait olduğu anlaşılmaktadır . Kaplıcalarıyla ünlü Astyra mitolojide '' Afrodit'in banyosu '' olarak bilinen Roma dönemine ait antik bir kaplıcaya da ev sahipliği yapmaktadır . Bölge , 2011 yılında yapılan inşaat çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan kilise kalıntıları üzerine SİT alanı ilan edilmiştir .

Güre kaplıcaları bölgenin en önemli simgelerinden biri . Mineral yoğunlu ve kalitesi açısından dünyanın en iyi suları arasında yer alan suyun sıcaklığı zaman zaman 70 dereceyi aşar . Bir zamanlar aşk tanrıçası Afrodit'inde yakalandığı cüzzam hastalığından , bu sularda yıkanarak kurtulduğu ve eski güzelliğine kavuştuğuna inanılır . 

Eski Güre Köyü şimdiki adıyla Güre Mahallesi yukarıda İda'nın eteklerinde dev çınar ağaçlarıyla bezenmiş . Köy meydanındaki kahveyi geçip taş sokaklardan  yukarı doğru çıkmaya başlayınca eski evlerin büyüsüne kaptırıyorsunuz kendinizi . 

Can yoldaşım olmazsa olmasın ,
Yalnızım diye hayıflanmayasın  ,
Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi ,
Bir anne şevkatine müsavi ,
Üç adım ötede deniz ,
Dosttur ne öfkesi , ne durgunluğu sebepsiz. 
Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara ,
Ağaç yaprak verir , sır vermez rüzgara . ( Cahit Sıtkı Tarancı )



Ve bu terk edilmiş evlerin birbirinden güzel kapıları , tıpkı bir ağaç gibi ne sırlar saklıyorlardır kim bilir . Kapılar , ne çok şeyi ifade eder aslında . Arkalarında biriktirdikleri anılarla bir eşikten atlayıştır kapı , çınlayan çocuk kahkaları , sevgiler , hüzünler , önlerindeki arnavut kaldırımlı sokaklarında yapılan sohbetler .


Ege sahilleri , Trakya başta olmak üzere tüm Anadolu'da yaşanan mübadelenin izleri Güre'de de karşımıza çıkıyor . Bölge de yaşayan Rumlar Yunanistan'a gönderilirken yerlerine Midilli ve Sakız'dan gelen Rumlar yerleştirilir . Göçe zorlana insanların hazin yaşam öyküleri geliyor aklınıza . Her iki yakada da yüzyıllardır yaşadıkları evlerini , sevdiklerinin kabirlerini , işlerini ve en önemlisi anılarını geride bırakarak , hiç tanımadıkları bir ülkeye gelen I.kuşak mübadillerin yaşadıklarını düşünmek ayrı bir hüzün veriyor insana . Vecdi Bingöl ne güzel dile getirmiş dizelerinde :

Ayrılık yaman kelime
Benzetmek azdır ölüme,
Kim uğrasa bu zulme,
Gündüz olurmuş gece.

Kaderine terk edilmiş eski zeytinyağı binası , okul evler ; ve bunların arasından görülen görkemli Kaz Dağları .

Balıkçı teknelerine ev sahipliği yapan güre sahilleri tam bir balıkçı kasabası görünümünde . Kordon boyunca yer alan restoranları birbirinden lezzetli balıkları ve yöresel zeytinyağlı yemekleriyle gelenleri karşılıyor . İstediğiniz yerden denize girebileceğiniz sahil kesiminde yer alan zeytin evi yörede yetişen her türlü zeytin , zeytinyağı ve baharatları ile adeta bir zeytinyağı müze evi . Eski zeytinyağı fabrikalarının eğlence mekanlarına dönüştürüldüğü , 1880 yılı yapımı eski camisi , sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan amfi tiyatrosu ile sağlık , dağ ve deniz turizminin birlikte yaşandığı , zeytin ağaçları arasında sessiz bir cennet : GÜRE .










9 Kasım 2018 Cuma

YANKI İLE NERGİS




Efsanelerin dağı İda



Mitoslar , merkezinde tanrıların , tanrıçaların , hayvanların , insanların olduğu efsaneleri anlatır . Bu anlatım dinden , estetiğe , günlük yaşamın düzenlenmesinden , doğal zenginliklerine kadar hayatın her alanını kapsar . İnsanla doğanın barışmasının yolu bu mitosları anlamaktan geçer . 

Bana bir masal anlat baba
İçinde bütün oyunlarım
Kurtla kuzu olsun şekerle bal .

Yeni Türkü'nün bu güzel şarkısını hangimiz bilmeyiz ki ?  Masallar kısa bir süreliğine de olsa bizi , bambaşka dünyalara götürür . Güzel Ege kıyıları da masalları , mitleri ve efsaneleriyle ne çok şey anlatır bizlere . Temelinde sevgi , umut , kıskançlık kısaca insani duygular vardır .

Ahmet Ünver'in anlatımıyla Antik Çağlara gidip , sevgi ve kıskançlığı anlatan Yankı ile Nergisin masalını dinlemeye ne dersiniz :

Bir zamanlar , peri kızlarının içinde çok güzel sesli , çok sevimli bir peri vardı . Yankı'ydı adı . Her dinleyen bayılırdı Yankı'nın sesine . Ama kendi sesini en çok beğenen de yine kendisiydi . Yankı'nın çok hoşuna giderdi sesi . Konuşurken birden kendi sesinin güzelliğine , kendi kendini dinlemeye kaptırır ; konuşmayı unuturdu . 

Günlerden bir gün , gelinciklerle , papatyalarla, zambaklarla dolu yemyeşil kırlarda şarkı söyleyip , kendi sesine hayran dans ederken , Tanrıça Hera'yla karşılaşır . Tanrılar Tanrısı Zeus'un karısıydı Hera . Çok huysuz , geçimsiz , kıskanç bir tanrıçaydı . Kocası Zeus bile zaman zaman ona dayanamaz olurdu . Kıskanç Hera  , kendisine selam veren Yankı'yı ters ters süzdü . 

'' Günaydın Tanrıçam '' diyordu Yankı . '' Ne güzel bir gün değil mi ? Çiçekler açmış , mis gibi kokuyor çayırlar . Meltem ne güzel ! İçimden şarkı söylemek geliyor . Siz de istemez miydiniz ? '' Duyduğu sevinç Yankı'nın sesini daha da güzelleştirmişti . Hera kıskançlıktan neredeyse çatlayacaktı . Yankı , hayran hayran dinledi kendi sesini  ; sonra mutluluk içinde , Hera'ya '' Bu gün sesim her zamankinden daha güzel , değilmi Tanrıçam ? İsterseniz sizin için söyleyeyim şarkımı ! ''

Bu kadarı da çoktu doğrusu ! Bakındı şu densiz periye !  , Evet  sesi güzeldi güzel olmasına ya , yine de alt tarafı bir periydi işte . Tanrılar Tanrısının karısıyla konuşacak kadar önemli biri değildi . Ahhh!... Ama çok güzeldi sesi .  Niye sanki Hera'nın sesi onunki kadar güzel değildi ! Kıskançlıktan , öfkeden kıpkırmızı kesilmişti Hera . '' Bir de karşıma geçmiş , yüzüme karşı söylüyor sesinin güzelliğini .Öyle bir ceza vereyim ki şuna , pişman olsun ! '' diye söylendi kendi kendine . Sonra kaşlarını daha da çatıp , Yankı'ya haykırdı :

'' Seni gidi densiz peri ! Beni yolumdan alıkoyar , sesin güzel diye şişim şişim şişinirsin ha! Bana tek kelime fırsatı vermeden hem de ! Sana öyle bir ceza vereyim ki , aklın başına gelsin . Bundan sonra hiç konuşama ! Yalnızca biri sana bir şey söylediği zaman , onun son sözünü tekrarla . Bir daha o pek övündüğün sesini ne sen , ne de başkaları duysun ! ''

Çok ağır bir cezaydı bu . Yankı'cık bu kadar sert karşılanacak ne yapmıştı ki !  Üstelik ,Tanrıçaya şarkı söylemek istemişti yalnızca .İtiraz etmek için ağzını açtı , ama kulaklarına inanamadı Yankı : Ağzından bir tek '' duysun! '' sözcüğü çıkmıştı - kıskanç Tanrıça Hera'nın  son söylediği sözcük . 

Hera

'' Bu sana ve senin gibilere ders olsun ! '' diye bağırdı neşe içinde kötü huylu Tanrıça. '' olsun '' diyebildi Yankı'cık . O güzelim sesi yoktu artık . Ne şarkı söyleyebilecek , ne arkadaşlarıyla oynayabilecek , ne çiçeklere , nede kuşlara konabilecekti artık . O günden sonra hiç kimseye görünmedi . Dağlarda , tepelerde, ormanlarda yapayalnız ağlaya ağlaya dolaştı . 

O acılı günlerin birinde , mor taneleri olgunlaşmış , yemyeşil defne ağaçlarıyla dolu bir ormanda , kuş sesleri arasında gezinirken yakışıklı mı yakışıklı , gencecik bir delikanlı gördü . Delikanlının gür sarı saçları , güneş değdikçe pırıl , pırıl parlıyordu . İçinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti güzel peri kızı . Aşık olmuştu . 

Daha yakından görebilmek için , biraz ilerdeki defne ağacının arkasına saklanmak istedi . Delikanlı kırılan bir dalın sesini duyunca '' kim o'' diye seslendi . O diyebildi Yankı'cık . Onu duymuştu delikanlı ''Kim var orada '' Orada dedi  Yankı'cık. Saklandığı ağacın arkasından çıktı . Tanrım yakından çok daha güzeldi genç . İçi titredi Yankı'nın. Yasaktı konuşması , yasaktı ! Ağlamaya başladı . Delikanlı yaklaştı yanına '' Benim adım Narkissos .'' dedi yanağını okşarken Yankı'nın . '' Ya sen kimsin '' Kimsin diyebildi Yankı'cık . '' Hep benim söylediklerimi tekrarlıyorsun '' diyen Narkissos kızmıştı artık . Çok kızmıştı Narkissos , hırsla döndü , aldı başını gitti tek bir söz söylemeden . 

Zavallı yankı , öylece kalakalmıştı , yapayalnızdı yine işte . Narkissos'u çok sevmişti , ah, bir anlatabilseydi Hera'nın verdiği cezayı . Bu kadar kızmazdı belki o zaman. Ama anlamamıştı işte Yankı'nın derdini . Kalpsizdi demek . Yankı tutamadı kendini '' Sende benim gibi ol , sev ama anlatama .Sev ama karşılık görme '' demek geldi diyemedi . Tanrılar duydu onu , çok acıdılar , bu dileğinin gerçekleşmesine karar verdiler . 

Narkissos ormanda çok yürümüş , yorulmuş , susamıştı . Bir pınar gördü ilerde , şırıl şırıl akıyordu çakıl taşlarının üzerinde . Bir türlü konuşamayan Yankı'da bir ağacın arkasına sindi . Su çok güzeldi , pınarın güzelliği , serinliği sarmıştı Narkissos'un her yanını . Suyun kıpırtısız , ayna gibi yüzüne yansıyan gür sarı saçlı , ela gözlü , dünya güzeli bir yüz gördü . 

Hayran olmuştu gördüğü yüze . Ne bilsin Narkissos Tanrıların ona bir oyunu olduğunu . Ne bilsin suda gördüğünün kendi yansıması olduğunu . Aşık oldu yansımasına. Dokunmaya , okşamaya çalıştıkça kaybolan yansımasını hiç dokunmamaya okşamamaya çalışarak günlerce , gecelerce seyretti . Yemek yemeyi bile unutmuştu , günler geçti  , sonunda Narkissos açlıktan ve susuzluktan bir sabah gün doğmadan can verdi . Tanrılar bile dayanamayıp ağladılar . İş işten geçmeden yeni bir karar verdiler : Narkissos'u su kenarlarında yetişen nazlı , güzel kokulu , sarılı beyazlı bir çiçeğe dönüştürdüler . Bildiğimiz nergis çiçeğine . 

Sevgilisinin başına gelenleri gören Yankı perişan oldu , Peri kızları ölümsüz olduğu için , iğne ipliğe dönerek sonunda görünmez oldu . Kendini ıssız dağlara attı . Bugünde görünmez Yankı , o ıssız dağ başlarında yalnızca sesi duyulur . Kıskanç Hera'nın verdiği ceza sürdüğü için  , kendisine seslenenlerin son sözlerini tekrarlar hala .

Nergis ise , su kıyılarında narin boynunu eğip , kendi beyaz sarı yüzünü seyreder hayran hayran . İşte bu nedenle kendine hayran olanlara , Narkissos'tan esinlenerek  narsist denir günümüzde. 








7 Kasım 2018 Çarşamba

ÇAMLIBEL








Yeşil bir vadide Edremit Körfezine hakim manzarasıyla büyülü bir Ege köyü . Tarihi Bizans Dönemine kadar uzanan köyün halkı , Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1530 - 1538 yıllarında korsan baskınlarından dolayı şimdiki yerine taşınır . Bu taşınma sırasında evlerini tahtadan barakalar şeklinde acele olarak yaptıkları için köyün ismi Tahtaköy olur . 1972 yılında Çamlıbel olarak ismi değiştirilen köyde , bugün geçmişten gelen ağaç evler , ayakta kalma mücadelesi veriyor . 

Sessizliğini sadece kuşların ve rüzgarların bozduğu bu büyülü dünyada zeytin ağaçları ve çamlarla çevrili yemyeşil bir tepeden Edremit Körfezini , İda dağının gökyüzü ile buluşmasını seyretmek . 

Ve geçmişten günümüze kadar kalanlar ve gidenlerin hikayelerini düşünmek . 1923 - 1924 yıllarındaki mübadelenin izleri bu köyde de bizi karşılıyor . Bir zamanlar kilisesi , Rum okulu olan  , Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı köy de bu kopuştan payını alır . Yerlerine Girit  , Midilli ve  Selanik'den gelenler yerleştirilir . Her iki yakada kuşaktan  kuşağa aktarılan buruk anılar , şiir ve şarkılar aradan geçen on yıllara rağmen aynı hüznü taşır , bizi o günlere geri götürür . Onları okurken ,Hümeyra'nın o güzel sesiyle seslendirdiği Yahya Kemal Beyatlı'nın ölümsüz mısraları yüreğimizin derinliklerinden gün yüzüne çıkar :

Artık Demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol ,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol . 

Köyün meydanında dolaşırken üretken insanların birbirinden renkli mekanlarını görünce insanın içini bir neşe kaplıyor . İstanbul'dan taşınıp gelen Saadet Yılmaz  Kendi sitesinde '' Gelmek isteyen bal gibi bulur , gerisi hikaye . Edremit Körfezini bulacaksın ilkin , sonra Güre İskele Mevkini . Kime sorsan söyler Çamlıbey Köyünü , şimdi oldu Çamlıbel Mahallesi . Gerisi hikaye , hemde ne hikaye ; köyün delisi hikayesi '' diye anlatıyor kendilerini . 
Köyün Delisi

Sevimli kulübelerinde el emeği , göz nuru ve sevgiyle ürettikleri giysi , takı , aksesuarlarına hayran kalmamak mümkün değil . Eski bir garajdan çevrilen Çamlıbel Muhtarlığı Kültür Evi köyün tarihinin yanı sıra , resim , fotoğraf sergileri gibi sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor . Anka Atölyesi , yol kenarındaki Rüzgar Tepe , Asma Altı , eskiden çöplükken   kadın eli değmesiyle güzel mekana dönüşen Saklı Bahçe .


Bazen kentlerin kalabalığından kaçıp sığınacak bir liman ararız . Fahrelnissa Zeid'in dediği gibi '' Hayatın resmini yapmalıyız , ruhun derinliklerinin ışığının düştüğü canlı renklerle '' Etrafı zeytinliklerle çevrili Çamlıbel Zeid'in dediği gibi hayatın resmini yapmak , doğayla baş başa kalıp dinlenmek için ideal bir yer . Başı dumanlı İda dağı , elini uzatsan yakalayacakmışsın hissini uyandıran bulutlar ve aşağıda maviyle yeşilin dans ettiği Ege kıyıları .

O zaman soruyor insan kendisine : Sevgi emek miydi gerçekten ? Neydi sevgi ? İda'nın doruklarından yankılayıp böcekleri , çiçekleri , pınarlarından süzülerek kalbimize yansıyan Tuncel Kurtiz'in dizelerimi , yoksa tüm evrene karşılıksız açtığımız ruhumuz mu ? Sahi neydi sevgi ?

Gerçeği öğrenmek için ;
Kimi kendini ortaya atar ,
Kimi de başkasını ateşe atar .
Ama insanın çaresizce aradığı şey ,
Gerçek değildir aslında .
Bir kuytuda bırakıp gittiği 
Kendini arıyordur aslında . ( Tuncel Kurtiz )

Tıpkı doğa gibi , kabrinin Çamlıbel tepelerinde olduğu Tuncel Kurtiz'den de öğreneceğimiz ne çok şey var aslında .



6 Kasım 2018 Salı

TAHTAKUŞLAR KÖYÜ




Farklı kültürlere ev sahipliği yapan , bağrında nice filozofları , şairleri ,halk ozanlarını çıkaran Anadolu . Bunun en güzel örneklerinden birini Edremit - Çanakkale yolu üzerinde Çamlıbel yakınlarındaki Tahtakuşlar Türkmen köyünde görüyoruz . XIII. Yüzyılda Orta Asya'dan Moğol baskısı nedeniyle ayrılıp Horasan'a , ardından Irak'a , en sonunda Toroslar'a gelen Türkmenler ,orman ürünlerini işlemedeki ustalıkları nedeniyle Tahtacılar olarak anılmaya başlanır . Fatih Sultan Mehmet gemi kerestesi biçtirmek için onları Kaz Dağlarına davet eder . Padişahın fermanı üzerine Kaz Dağları'na gelen tahtacılar 67 gemiyle beraber , farklı ahşap malzemeler yaparak , yıllar içinde bölgeyi terk etmeyip kurdukları köye yerleşirler . 

İda'nın dağlarından kopup gelen rüzgarın taşıdığı fısıltılar , muhteşem Ege kıyıları . Ve fazıl Hüsnü Dağlarca'nın muhteşem dizeleri :

Görüyor musunuz
Anadolu'nun başka evren olduğunu ,
Burada
Nice ulusların yüz bin yıldır
Kardeşliklerle harman olduğunu .

Türkmen kültürünü gözler önüne seren köy , aynı zamanda Alibey Kudar Özel Etnografya Müzesine 'de ev sahipliği yapıyor . Müze bu köyde doğmuş olan Köy Enstitülü emekli öğretmen  Alibey Kudar tarafından kurulmuş . Kaybolmaya yüz tutmuş Türkmen Kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan müze 1991 yılında açılıyor . 


Aralarında Unesco'nunda bulunduğu dokuz ödüle sahip müzede Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk boylarının ilginç ve özgün kültür varlıklarını görmemiz mümkün.

Halk müziği sanatçımız Ali Ekber Çiçek'in kabrinin de bulunduğu Tahtakuşlar'dan , ozanımızın güzel bir türküsünü İda'nın doruklarındaki bulutlara göndererek ayrılıyoruz :

Hazin , hazin esen yelleri
Hiç bülbül öter mi gül olmayınca 
Her aşık dünyada murad almaz 
Yanıp ateşlere kül olmayınca .