Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

5 Kasım 2018 Pazartesi

İDA'DA GÜZELLİK YARIŞMASI





Kaz Dağları mitolojideki adıyla İda . Günümüze kadar gelen efsaneleriyle büyülü bir hayat okulu . 9 Ocak 2007 ' de doksanüç yaşında ölen Jean-Pierre Vernant , XX. yüzyılın yetiştirdiği en büyük Antik Çağ tarihçisiydi . Onu kaleminden Mehmet Emin Özcan'ın  o güzel çevirisiyle İda'daki ilk güzellik yarışmasına gidip o günleri yaşamaya ne dersiniz ?

Zeus ile tanrılar oy birliğiyle Phthia kralı Teselyalı Peleus'un Thetis ile evlenmesi gerektiğine karar verirler . Thetis dönüşebilme , kılıktan kılığa girme yeteneğiyle , göz alıcı , baş döndürücü bir tanrıçadır . Tanrıçanın rızası nasıl alınmalıdır . Kral da olsa bir ölümlüyle evlenmekle hiç bir şey yitirmeyeceğine nasıl ikna etmelidir onu ? Demek ki Peleus'un eşini elde etmek için kendi başının çaresine bakması , tıpkı deniz tanrıçalarını dizginleyen , onlardan istediklerini alan diğer kahramanlar gibi davranması gerekmektedir . 

Günlerden bir gün Peleus deniz kıyısına gelir . Thetis ortaya çıkar , Peleus ona seslenir , kollarından yakalar , Thetis kaçmak için her kılığa girer , Peleus'u daha önce uyarmışlardır , deniz tanrıçalarına  yapılacak tek şey onları sımsıkı sarmak , kollar arasına hapsetmektir . Tanrıçayı kolları arasına alması , sıkıca kavraması , girdiği kılık ne olursa olsun öylece tutması gerekmektedir . Tanrıça ister bir domuz , ister güçlü bir aslan , ister yakıcı bir ateş , ister su olsun öylece tutması gerekmektedir . İşte o zaman tanrıça yenildiğini anlar . Bütün kılıklara girip çıktıktan sonra ilk haline , genç , güzel tanrıça haline geri döner . Tanrıça yenilmiştir . Thetis'in girdiği en son kılık mürekkep balığıdır . O gün bugündür bu yere denize doğru ilerleyen buruna Sepias yani mürekkep balığı burnu denilmiştir . Neden mürekkep balığı . Çünkü bu balık yakalanacağı zaman suya mürekkep salar , bu mürekkep de onu tamamen gizler , balık kendi yarattığı karanlığın içinde kaybolur , yok olur gider . Thetis'in son çaresidir bu , tıpkı mürekkep balığı gibi onun da mürekkep salması gerekir . Bu kapkara mürekkep içinde Peleus iyi direnir , elindekini bırakmaz . Nihayet Thetis pes eder . Onunla evlenecektir . 

Düğün Pelion'un zirvesinde yapılır . Tanrılar Peleus'un düğününde sevinç içinde , şarkılar , danslar arasında eğlenip cömertçe hediyeler sunarken , davetsiz bir misafir gelir : Düzensizlik , kıskançlık , kin tanrıçası Eris . Davet edilmemesine karşın elinde olağanüstü bir hediyeyle , düğünün orta yerinde çıkagelir . Bu hediye sevilen kişiye duyulan tutkuyu belirten altın bir elmadır . Eris bu muhteşem hediyeyi şölenin tam ortasına atar . Ancak meyvenin üstünde bir şey yazmaktadır '' En güzele '' Elmanın kendi hakkı olduğunu söyleyen üç tanrıça çıkar : Athena , Hera , Aphrodite . 

Troya savaşına yol açacak hikayenin ilk bölümü işte böyle biter . Tanrısal güzelliğin ödülü olan bu elmayı kim alacaktır ? Tanrılar karara varamazlar . Eğer Zeus seçerse tanrıçalardan birini memun edecek ama diğer ikisini bir yana bırakmak zorunda kalacaktır . Bu işi de yine sade bir ölümlü yapacaktır . Tanrılar üstlenmek istemedikleri karaların sorumluluklarını bir kez daha insanların üstlerine atarlar , tıpkı kendileri için istemedikleri acıları ya da ölümcül yazgıları insanlara gönderdikleri gibi . 

İkinci bölüm İda dağı . Orada Troas'da , o dağda kahraman gençler eğitilirler. Pelion gibi ekilip biçilmeyen , kentlerden uzak , zahmetli kır yaşantısını hüküm sürdüğü , sadece çoban ile sürüsünün bulunduğu , vahşi hayvanların avlandığı o ıssız , yüksek yer . 

Üç tanrıça arasındaki yarışmaya noktayı koymak için seçilen kişinin adı Paris'dir . Paris Priamos'un oğullarının en küçüğüdür . Hermes peşine üç tanrıçayı takıp İda'nın dağlarına doğru inerek Paris'ten hakemlik yapmasını istediğinde , Paris koyunları otlatmaktadır . Olağan üstü bir çocukluğu , gençliği olmuştur . Troya kralı Priamos'un karısı Hekabe'nin en genç oğludur. Hekabe doğumdan önce düşünde bir çocuk değil , bir meşale doğurduğunu , meşalenin de Troya'yı ataşe verdiğini görür . Kahinler ve yakınları ona açık açık şunu söylerler : Bu çocuk Troya'nın sonunu getirecek , yakılmasına ateşe verilmesine neden olacak . Priamos çocuğu bir çobana verir , götürüp bir yere bırakmasını söyler . Çocuk vahşi hayvanların bol olduğu o ıssız yerlere , yiyeceksiz , savunmasız olarak bırakılır . Birkaç gün dişi bir ayının onu sütüyle beslediği Paris'i , çobanlar bulup yanlarına alır , Aleksandros ismini verirler . 




Kraliyet ailesine  tekrar katılan Paris , bütün hayatını çoban olarak geçirdiği İda'ya geri döner . Üç tanrıçayı karşısında görünce korkuya kapılır . Hermes onu rahatlatır . Seçim yapmanın , ödülü vermenin ona kaldığını , çünkü tanrıların böyle karar verdiğini söyleyip üç tanrıçadan hangisini daha güzel bulduğunu bildirmesini ister . Üç tanrıçanın her biri ona farklı şeyler sunar . Athena zafer ve bilgelik , Hera krallık ve bütün Asya'nın hakimi olmayı teklif eder . Aphrodite ise '' Eğer beni seçersen tam bir baştan çıkarıcı olacaksın , nerede bir dişi varsa elde edeceksin , ayrıca güzelliği dillere destan güzel Helene'yi alacaksın . Helene seni görür görmez dayanamıyacak . Güzel Helen'in aşığı , kocası olacaksın '' Paris Helene'yi seçer .

Böylece tarihin ilk güzellik yarışmasının birincisi Aphrodite olurken , Helene'nin Paris'le kaçması Troya savaşına yol açar .

Son söz gene Jean -Pierre Vernant'ın . Işıklar içinde uyu güzel insan . '' Mitin konumu çok farklıdır . Mit , çağların en eskisinden gelmiş , herhangi bir yazar anlatmadan önce de var olan bir anlatı biçiminde ortaya çıkar . Bu anlamda mitik anlatı bireysel yaratımla ya da yaratıcı düş gücüyle değil , aktarımla , hafızayla oluşur . Aktarım ile hafıza arasında , ezberlemeye dayalı bu sıkı ilişki sayesinde mit şiire yaklaşır ; belli ki şiir de kaynağında  , ilk kez gün ışığına çıkarken mitik yaratım süreciyle sarmaş dolaş olmuştur . ''




3 Kasım 2018 Cumartesi

ANTANDROS



Altınoluk'un Antik Dönemde asıl yerleşim yeri olan Antandros , tarihi boyunca farklı medeniyetlere tanıklık eden bir Troas kentidir .
'' Ölü kentlerin ruhları iç içe
Hem yabancı hem bizim sayılan
Hem bizim olan hem olmayan
Hem yeraltı hem yer üstünün ruhunu taşıyan
Bu merhametsiz kentin insanlarıyız ve yakında çok yakında
Zalim zamanın bir hiçi kadar yakında biz de aşağıya
Gideceğimizi bilerek şimdilik dolaşıp durmaktayız 
Toprağın üzerinde '' ( Leyla Erbil-Kalan )

Stratejik konumda yer alan tarihi kentin kuruluşu dönemin Antik kaynaklarında çok farklı kökenlere dayandırılır . Herodoto 'dan Vergilius'a kadar dönemin Antik yazarları kentin coğrafi konumu hakkında bilgilerle birlikte tarihi hakkında da pek çok efsaneyi dile getirirler . Bu efsaneler içinde Vergilius tarafından yazılmış olan Aeneas , Troialı kahraman Aeneas'ın hikayesidir . Troialı Aeneas'ın Troia savaşından sonra babası , oğlu ve savaştan sağ kurtulanlarla beraber kaçtıktan , Roma yakınlarına gelip yerleşene kadar başlarından geçenleri anlatır . Vergilius bu destanda Aeneas'ın Troia'nın kutsal heykeli Palladion'u alarak savaştan sağ kurtulanlarla birlikte Antandros'a kaçması gibi İlyada sonrası olaylara yer verir . Troya kraliyet ailesinden Ankhises ve Tanrıça Aphrodite'nin ( Venüs ) oğlu olan Aeneas'ın görevi yeni bir yurt kurarak Troianın soyunu devam ettirmektir . İda dağının eteklerinde Antandros'a gelerek gemiler inşa edip , bahar ayı bahar ayı başlarında buradan ayrılırlar .

Aeneas Destanı Antik Roma'nın Romus ve Remulus tarafından kuruluşuna kadar geçen olayları anlatır .

Troia'dan ayrılış

İda dağından elde edilen keresteler nedeniyle önemli bir tersane konumunda olan Antandros , Spartalılar'dan Pers'lere kadar farklı devletlerin hakimiyeti altına girer . Bir dönem Attika - Delos deniz birliğinde de gördüğümüz kent , M.Ö. IV. yüzyılda Büyük İskender'in  Anadoluyu ele geçirmesiyle beraber özgürlüğüne kavuşur . Romanın Anadolu 'ya girmesinden sonra tüm Anadolu gibi ,Roma İmparatorluğu egemenliğine giren Antandros , hristiyanlık döneminde piskoposluk merkezine dönüşür . Orta Çağ'da kendilerini Arap akınlarından koruyamayan halk , şehirlerini terk ederek Şahinderesi Kanyonundaki etrafı surlarla çevrili bugünkü adı Şahinkale olan sarp kayalıklara taşınır ,  XVI. Yüzyılda Altınoluk beldesinin eski köy yerleşiminin bulunduğu alana yerleşirler .

Bölgede  arkeolojik çalışmalara 1991 yılında başlanmış 1995 yılına kadar süren çalışmalarda nekropolis alanı ortaya çıkarılmıştır . 2000 yılında Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Gürcan Polat başkanlığında , Kültür Bakanlığı ve Edremit Belediyesinin desteğiyle yeniden başlayan kazı çalışmaları halen devam etmektedir . Kazı alanına girişinde  800 yıllık zeytin ağacı karşılar bizleri . Antik Kentin bilgeliğiyle bütünleşerek , bizi zamanın ötesinde bir yolculuğa çıkarır . Aktif olarak yamaç ev , nekropolis , kent suru ve roma evinde çalışmalar devam etmektedir. 




Bilgeliğin fotoğrafı

Heeey 
Ne duruyorsun be , at kendini denize ;
Geride bekleyenin varmış aldırma ;
Görmüyor musun her yanda hürriyet . ( Orhan Veli )

Tıpkı deniz gibi Antik Kentlerde bizi çağırıyor , bilgeliğini , ölümsüzlüğün sırrını ve en önemlisi sevgiyi anlatmak için . 

2 Kasım 2018 Cuma

ALTINOLUK



Ege Denizi kıyısında , Edremit Küçükkuyu arasında şirin bir tatil beldesi . Mitolojide '' Işıklar Sahili ''olarak geçen Altınoluk'un eski köy yerleşimi kentin kuzeyindeki tepede yer alır . 1927 yılına kadar adı Papazlık olan köyün tarihi 16 . yüzyıl başlarına kadar gider . Anadolu coğrafyası Antik Çağdan beri çok renkli , çok kültürlü yaşamıyla çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış , mitlere efsanelere konu olmuştur .

Beşikler vermişim Nuh'a ,
Salıncaklar , hamaklar ,
Havva Ana'n dünkü çocukları sayılır ,
Anadoluyum ben ,
Tanıyormusun ?

Yeni adıyla Çam mahallesine doğru çıkarken yüreğimizde Ahmet Arif'in mısraları . Mübadeleye kadar Rum ve Türklerin birlikte yaşadıkları köyün büyük bir kısmı SİT alanı ilan edilmiş . Köyün girişinde ulu çınar ağaçlarıyla çevrilmiş meydan karşılıyor sizi . Etrafını kır kahveleri , çay bahçelerinin çevirdiği meydanda köylüler zeytinyağı , zeytin , sabun , şifalı bitkiler gibi ürünler satıyor . Çınar ağaçlarının altında oturup güzel bir kahvaltı yaparken Homeros'un İlyada'da söyledikleri geliyor aklınıza '' Egenin mavisi ile İda'nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki , orada keskin kekik kokuları , içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamadım . İşte orası Gargaran'dır .''

Meydanda otururken Altınoluk sahilleri tüm muhteşemliğiyle karşınızda , ruhumuzda Nazım'ın o güzel dizeleri

Denize dönmek istiyorum !
Mavi aynasında suların
Boy verip görünmek istiyorum
Denize dönmek istiyorum .

Karşınızda yamaçlara yayılmış evlerin büyüsüne kapılıp taşlı , dar sokaklara vuruyoruz kendimizi . Bir zamanlar papazların yaşadığı Rumların taş evleri , Osmanlı konakları çıkıyor karşımıza . Rum ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinin tanıkları olan bu taş evleri görünce '' Taşlar seslenin bana '' diyen Gothe'nin sözleri çınlıyor kulaklarımızda . Dile gelip konuşsalardı kim bilir neler anlatırlardı bizlere . Doğduğu topraklardan koparılıp Ege'nin iki yakasına savrulan insanların hikayeleri diğer yerlerde olduğu gibi burada da karşımıza çıkıyor . Midilli'den gelen Türklerin yerine Papazlık Rumlarının gönderildiği  sürece tanıklık eden Mersin , Silifke , Marmaris , Bodrum , Güllük , Ayvalık , Çanakkale , Erdek İskeleleri . Mübadillerin taşınmasında kullanılan gemilerin içinde en büyüğü , şiirlere , romanlara konu olmuş Gülcemal .

Gülcemaldi vapurun adı
Kurşundan ağırdı yükü
Gülmüyordu mübadillerin yüzü
Kalmamıştı ağızlarının 
Ne tuzu , ne tadı . ( İnci Germenliler )

Yokuşun hemen başında önünde çam ve nar ağaçları bulunan tarihi bir bina dikkatimizi çekiyor . 150 yıl önce Rum ustalar tarafından yapılmış Abdullah Efendi Konağının ilk sahibi papazlık kilisesinin rahibi . Kurtuluş savaşı öncesi rahip Midilli'ye gidince konağın sahibi aynı tarihte Midilli'den gelen Abdullah Efendi olur . Evin karşısında bulunan rahibin kilisesi ise okula dönüştürülür . 1963 yılına kadar ilk eğitimin sürdüğü okul , bu tarihte yıkılarak yerine tek katlı yeni bir okul yaptırılır . Konak 1997 yılında Türk kültürüne katkı amacıyla kültür bakanlığına bağışlanır . İlgili bakanlık tarafından Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma , Koruma ve Yaşatma Derneği'ne verilen konak , günümüzde bir kültür merkezi olarak sanatseverlerle buluşmakta . 

Tüm Ege kıyılarında olduğu gibi , Altınoluk çevresi de Antik Şehirleri , kanyonları , piknik alanları ve efsaneleriyle muhteşem bir görsellik , ayrı bir bilgelik sunuyor bizlere . '' Doğadaki sayısız güzellikler hayatın bilinmeyen derinliklerindeki estetik zenginliğinin belgeleridir '' der M.Seheler .Bizde bu zenginlikleri keşfetmek üzere ilk durağımız olan , Türkiye'nin ikinci Efes'i olmaya aday Antandros'tan başlıyoruz ''Işıklar Sahili''ni keşfetmeye.

1 Kasım 2018 Perşembe

MIHLIÇAY




Gün doğmadan
Deniz daha bembeyazken  çıkacaksın yola 
İçinde bir iş görmenin saadeti
Gideceksin ırıpların çalkantısında ( Orhan Veli )

Yola çıkma , doğanın büyüsü ve güzelliğiyle ruhumuzu yıkama zamanı . Kaz Dağları ve çevresi bütün sürprizleriyle bizi bekliyor . Mutluluktan sarhoş , tüm güzellikleri ve sesleri yüreğimize nakşederek Küçükkuyu - Altınoluk arasında sahilden içeride Mıhlıçay yolundayız . Mıhlıçay Kaz Dağlarından süzülerek gelen ve Ege'yle buluşan çok sayıda derelerden biri . Çayın Ege'yle buluştuğu noktada Romalılardan kalma kemerli Mıhlıçay köprüsüne geldik bile . Bu köprü Troia'ya giden antik yolun Mıhlıçay üzerindeki tek geçiş noktasıymış  . Günümüzde Trekkingcilere ve zeytincilere yol veriyor . Köprünün karşısında Rumlardan kalma , restore edilmiş taş değirmen var . Günümüze kadar korunmuş değirmen taşları ve su yolları dikkatimizi çekiyor .

Değirmenden sonra çayın içinden , kıyısından bazen de kayalar üzerinden  akış yönünde ilerleyerek , etrafı zeytinliklerle kaplı yoldan yaptığımız yolculuğun sonunda Mıhlıçay'a ulaşıyoruz . Binlerce zeytin ağacının bulunduğu bir vadinin içinde kendinizi akan çayın sesine bırakıp , doğayı içinize çekmek , onun ruhunuzu sarıp sarmalamasına izin vermek . Binlerce yıldır akan çay granit kayaları oyarak bir gölet yaratmış . Asıl güzellikler göletin arkasında gizli . 15- 20 Metre ilerleyince dik kaya duvarlarla çevrili bir yere geliyorsunuz . Ve kulakları uğuldatarak akan şelale tüm güzelliğiyle karşınızda duruyor . 

İspanyolca bir sözcük
Anlamadığımız ama çok güzel bulduğumuz .
Büyü gibi çınlıyor havada , günle uyumumuzu sağlıyor (Murathan Mungan )

Şairin dediği gibi binlerce yıl içinde ki oluşumu anlamasak bile şelale ve göletin tüm güzelliği , etrafımızı çevreleyen zeytin ve çam ağaçları , gökyüzünün mavisi , kısacacısı büyülü bir dünya bizleri kucaklıyor .

Sanki sonsuzluğa sığınmışız gibi hissettiğimiz İda'da , binlerce yıldır süren doğal hayat bize kardeşliği , sevgiyi anlatır . Tıpkı Priamos'un uşağı tarafından ölmesi için buraya bırakılan Paris'i bağrına bastığı gibi , nice sonsuz güzellikleri , efsaneleri bağrında barındıran bu görkemli yaşamdan aslında öğreneceğimiz ne çok şey var . Troia'dan Antandros'a Adramytteion'dan sadece Homeros'un şiirlerinden bilgi sahibi olduğumuz Stoeis'e kadar nice kentlerin yıkılıp harap olduğunu gördüğümüzde Nazımın o güzel dizeleri geliyor aklımıza :

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine ,
Bu hasret bizim .