Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Kasım 2018 Salı

KAZ DAĞLARI MİLLİ PARKI




Bağrından çıkan mitolojik efsanelerinin yanı sıra doğal ve kültürel kaynakları açısında oldukça zengin olan Kaz dağları dünyanın en önemli eko sistemlerinden birisidir . Milli Park Balıkesir Edremit sınırlarında Biga yarımadasının güney kısmında yer alır . Barındırdığı bitki çeşitliliği ve oksijen zenginliğinden dolayı bölge 1993 yılında Milli Park ilan edilerek koruma altına alınmıştır . 

Yolculuğumuza Avcılar köyünden orman yoluna girerek 27 kilometre uzunluğunda 700 metre yüksekliğindeki Şahin Deresi Kanyonu'na doğru devam ediyoruz . Doğası , efsaneleri , tarihi ile bir yaşam felsefesi olan Kaz Dağları , tarih öncesi zamanı günümüze bağlayarak tüm güzelliğini , sevgisini ve bilgeliğini bizlere aktarıyor .

Kanyonun girişinde 100 yıllık bir ağaç karşılıyor bizleri . Yılın belli zamanlarında yaprakları ve gövdesinden akan damlacıklardan dolayı '' Ağlayan Çam '' olarak bilinen ağacın efsanesi de bir o kadar hüzünlü ve düşündürücü . '' Rivayete göre yıllar önce bölgede çıkan bir orman yangını sonrasında bölgede sadece bu çam ayakta kalır , zaman içinde ağaçlandırılan bölge tekrar orman haline getirilse de o korkunç yangından kurtulan ağaç belli zamanlarda büyük yangında kaybettiği arkadaşlarının yasını tutarak ağlar ''



Bu efsaneyi duyunca aklımıza Edip Cansever'in muhteşem dizeleri geliyor :

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka .
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka .
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da .
Evet , siz bizi anlamasanız da ne çıkar .
Eh , yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da .

Evrenin ilk insandan günümüze kadar verdiği tüm zenginlikleri , deneyimleri sağlıklı bir şekilde değerlendirip doğayla uyum içinde , tüm canlılarla bu dünyayı paylaşmak . 

Ağlayan çamı arkamızda bırakıp 2 - 3 kilometre sonra ulaştığımız kanyonun ilk seyir noktası asırlık ağaçları , manzarasının güzelliğiyle bizleri bir masal dünyasına götürüyor . 4 kilometre kadar ilerledikten sonra yolumuz Şahinderesi ile kesişiyor . Su sesinin kuş sesine karıştığı muhteşem bir senfoni , doğanın senfonisi karşılıyor bizleri .Çevresinde konaklama ve piknik yerlerinin olduğu , soğuk sularında yüzüp rahatlayabileceğiniz  bir rüya alemi . Havada çam ve kekik kokuları , ve yüreğimizde Sabahattin Ali dizeleri , dudaklarımızda Tuncel Kurtiz - Sezen Aksu şarkısı :

Kalbime benzer taşları ,
Heybetli öter kuşları ,
Göğe yakındır başları ,
Benim meskenim dağlardır .






5 Kasım 2018 Pazartesi

İDA'DA GÜZELLİK YARIŞMASI





Kaz Dağları mitolojideki adıyla İda . Günümüze kadar gelen efsaneleriyle büyülü bir hayat okulu . 9 Ocak 2007 ' de doksanüç yaşında ölen Jean-Pierre Vernant , XX. yüzyılın yetiştirdiği en büyük Antik Çağ tarihçisiydi . Onu kaleminden Mehmet Emin Özcan'ın  o güzel çevirisiyle İda'daki ilk güzellik yarışmasına gidip o günleri yaşamaya ne dersiniz ?

Zeus ile tanrılar oy birliğiyle Phthia kralı Teselyalı Peleus'un Thetis ile evlenmesi gerektiğine karar verirler . Thetis dönüşebilme , kılıktan kılığa girme yeteneğiyle , göz alıcı , baş döndürücü bir tanrıçadır . Tanrıçanın rızası nasıl alınmalıdır . Kral da olsa bir ölümlüyle evlenmekle hiç bir şey yitirmeyeceğine nasıl ikna etmelidir onu ? Demek ki Peleus'un eşini elde etmek için kendi başının çaresine bakması , tıpkı deniz tanrıçalarını dizginleyen , onlardan istediklerini alan diğer kahramanlar gibi davranması gerekmektedir . 

Günlerden bir gün Peleus deniz kıyısına gelir . Thetis ortaya çıkar , Peleus ona seslenir , kollarından yakalar , Thetis kaçmak için her kılığa girer , Peleus'u daha önce uyarmışlardır , deniz tanrıçalarına  yapılacak tek şey onları sımsıkı sarmak , kollar arasına hapsetmektir . Tanrıçayı kolları arasına alması , sıkıca kavraması , girdiği kılık ne olursa olsun öylece tutması gerekmektedir . Tanrıça ister bir domuz , ister güçlü bir aslan , ister yakıcı bir ateş , ister su olsun öylece tutması gerekmektedir . İşte o zaman tanrıça yenildiğini anlar . Bütün kılıklara girip çıktıktan sonra ilk haline , genç , güzel tanrıça haline geri döner . Tanrıça yenilmiştir . Thetis'in girdiği en son kılık mürekkep balığıdır . O gün bugündür bu yere denize doğru ilerleyen buruna Sepias yani mürekkep balığı burnu denilmiştir . Neden mürekkep balığı . Çünkü bu balık yakalanacağı zaman suya mürekkep salar , bu mürekkep de onu tamamen gizler , balık kendi yarattığı karanlığın içinde kaybolur , yok olur gider . Thetis'in son çaresidir bu , tıpkı mürekkep balığı gibi onun da mürekkep salması gerekir . Bu kapkara mürekkep içinde Peleus iyi direnir , elindekini bırakmaz . Nihayet Thetis pes eder . Onunla evlenecektir . 

Düğün Pelion'un zirvesinde yapılır . Tanrılar Peleus'un düğününde sevinç içinde , şarkılar , danslar arasında eğlenip cömertçe hediyeler sunarken , davetsiz bir misafir gelir : Düzensizlik , kıskançlık , kin tanrıçası Eris . Davet edilmemesine karşın elinde olağanüstü bir hediyeyle , düğünün orta yerinde çıkagelir . Bu hediye sevilen kişiye duyulan tutkuyu belirten altın bir elmadır . Eris bu muhteşem hediyeyi şölenin tam ortasına atar . Ancak meyvenin üstünde bir şey yazmaktadır '' En güzele '' Elmanın kendi hakkı olduğunu söyleyen üç tanrıça çıkar : Athena , Hera , Aphrodite . 

Troya savaşına yol açacak hikayenin ilk bölümü işte böyle biter . Tanrısal güzelliğin ödülü olan bu elmayı kim alacaktır ? Tanrılar karara varamazlar . Eğer Zeus seçerse tanrıçalardan birini memun edecek ama diğer ikisini bir yana bırakmak zorunda kalacaktır . Bu işi de yine sade bir ölümlü yapacaktır . Tanrılar üstlenmek istemedikleri karaların sorumluluklarını bir kez daha insanların üstlerine atarlar , tıpkı kendileri için istemedikleri acıları ya da ölümcül yazgıları insanlara gönderdikleri gibi . 

İkinci bölüm İda dağı . Orada Troas'da , o dağda kahraman gençler eğitilirler. Pelion gibi ekilip biçilmeyen , kentlerden uzak , zahmetli kır yaşantısını hüküm sürdüğü , sadece çoban ile sürüsünün bulunduğu , vahşi hayvanların avlandığı o ıssız , yüksek yer . 

Üç tanrıça arasındaki yarışmaya noktayı koymak için seçilen kişinin adı Paris'dir . Paris Priamos'un oğullarının en küçüğüdür . Hermes peşine üç tanrıçayı takıp İda'nın dağlarına doğru inerek Paris'ten hakemlik yapmasını istediğinde , Paris koyunları otlatmaktadır . Olağan üstü bir çocukluğu , gençliği olmuştur . Troya kralı Priamos'un karısı Hekabe'nin en genç oğludur. Hekabe doğumdan önce düşünde bir çocuk değil , bir meşale doğurduğunu , meşalenin de Troya'yı ataşe verdiğini görür . Kahinler ve yakınları ona açık açık şunu söylerler : Bu çocuk Troya'nın sonunu getirecek , yakılmasına ateşe verilmesine neden olacak . Priamos çocuğu bir çobana verir , götürüp bir yere bırakmasını söyler . Çocuk vahşi hayvanların bol olduğu o ıssız yerlere , yiyeceksiz , savunmasız olarak bırakılır . Birkaç gün dişi bir ayının onu sütüyle beslediği Paris'i , çobanlar bulup yanlarına alır , Aleksandros ismini verirler . 




Kraliyet ailesine  tekrar katılan Paris , bütün hayatını çoban olarak geçirdiği İda'ya geri döner . Üç tanrıçayı karşısında görünce korkuya kapılır . Hermes onu rahatlatır . Seçim yapmanın , ödülü vermenin ona kaldığını , çünkü tanrıların böyle karar verdiğini söyleyip üç tanrıçadan hangisini daha güzel bulduğunu bildirmesini ister . Üç tanrıçanın her biri ona farklı şeyler sunar . Athena zafer ve bilgelik , Hera krallık ve bütün Asya'nın hakimi olmayı teklif eder . Aphrodite ise '' Eğer beni seçersen tam bir baştan çıkarıcı olacaksın , nerede bir dişi varsa elde edeceksin , ayrıca güzelliği dillere destan güzel Helene'yi alacaksın . Helene seni görür görmez dayanamıyacak . Güzel Helen'in aşığı , kocası olacaksın '' Paris Helene'yi seçer .

Böylece tarihin ilk güzellik yarışmasının birincisi Aphrodite olurken , Helene'nin Paris'le kaçması Troya savaşına yol açar .

Son söz gene Jean -Pierre Vernant'ın . Işıklar içinde uyu güzel insan . '' Mitin konumu çok farklıdır . Mit , çağların en eskisinden gelmiş , herhangi bir yazar anlatmadan önce de var olan bir anlatı biçiminde ortaya çıkar . Bu anlamda mitik anlatı bireysel yaratımla ya da yaratıcı düş gücüyle değil , aktarımla , hafızayla oluşur . Aktarım ile hafıza arasında , ezberlemeye dayalı bu sıkı ilişki sayesinde mit şiire yaklaşır ; belli ki şiir de kaynağında  , ilk kez gün ışığına çıkarken mitik yaratım süreciyle sarmaş dolaş olmuştur . ''




3 Kasım 2018 Cumartesi

ANTANDROS



Altınoluk'un Antik Dönemde asıl yerleşim yeri olan Antandros , tarihi boyunca farklı medeniyetlere tanıklık eden bir Troas kentidir .
'' Ölü kentlerin ruhları iç içe
Hem yabancı hem bizim sayılan
Hem bizim olan hem olmayan
Hem yeraltı hem yer üstünün ruhunu taşıyan
Bu merhametsiz kentin insanlarıyız ve yakında çok yakında
Zalim zamanın bir hiçi kadar yakında biz de aşağıya
Gideceğimizi bilerek şimdilik dolaşıp durmaktayız 
Toprağın üzerinde '' ( Leyla Erbil-Kalan )

Stratejik konumda yer alan tarihi kentin kuruluşu dönemin Antik kaynaklarında çok farklı kökenlere dayandırılır . Herodoto 'dan Vergilius'a kadar dönemin Antik yazarları kentin coğrafi konumu hakkında bilgilerle birlikte tarihi hakkında da pek çok efsaneyi dile getirirler . Bu efsaneler içinde Vergilius tarafından yazılmış olan Aeneas , Troialı kahraman Aeneas'ın hikayesidir . Troialı Aeneas'ın Troia savaşından sonra babası , oğlu ve savaştan sağ kurtulanlarla beraber kaçtıktan , Roma yakınlarına gelip yerleşene kadar başlarından geçenleri anlatır . Vergilius bu destanda Aeneas'ın Troia'nın kutsal heykeli Palladion'u alarak savaştan sağ kurtulanlarla birlikte Antandros'a kaçması gibi İlyada sonrası olaylara yer verir . Troya kraliyet ailesinden Ankhises ve Tanrıça Aphrodite'nin ( Venüs ) oğlu olan Aeneas'ın görevi yeni bir yurt kurarak Troianın soyunu devam ettirmektir . İda dağının eteklerinde Antandros'a gelerek gemiler inşa edip , bahar ayı bahar ayı başlarında buradan ayrılırlar .

Aeneas Destanı Antik Roma'nın Romus ve Remulus tarafından kuruluşuna kadar geçen olayları anlatır .

Troia'dan ayrılış

İda dağından elde edilen keresteler nedeniyle önemli bir tersane konumunda olan Antandros , Spartalılar'dan Pers'lere kadar farklı devletlerin hakimiyeti altına girer . Bir dönem Attika - Delos deniz birliğinde de gördüğümüz kent , M.Ö. IV. yüzyılda Büyük İskender'in  Anadoluyu ele geçirmesiyle beraber özgürlüğüne kavuşur . Romanın Anadolu 'ya girmesinden sonra tüm Anadolu gibi ,Roma İmparatorluğu egemenliğine giren Antandros , hristiyanlık döneminde piskoposluk merkezine dönüşür . Orta Çağ'da kendilerini Arap akınlarından koruyamayan halk , şehirlerini terk ederek Şahinderesi Kanyonundaki etrafı surlarla çevrili bugünkü adı Şahinkale olan sarp kayalıklara taşınır ,  XVI. Yüzyılda Altınoluk beldesinin eski köy yerleşiminin bulunduğu alana yerleşirler .

Bölgede  arkeolojik çalışmalara 1991 yılında başlanmış 1995 yılına kadar süren çalışmalarda nekropolis alanı ortaya çıkarılmıştır . 2000 yılında Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Gürcan Polat başkanlığında , Kültür Bakanlığı ve Edremit Belediyesinin desteğiyle yeniden başlayan kazı çalışmaları halen devam etmektedir . Kazı alanına girişinde  800 yıllık zeytin ağacı karşılar bizleri . Antik Kentin bilgeliğiyle bütünleşerek , bizi zamanın ötesinde bir yolculuğa çıkarır . Aktif olarak yamaç ev , nekropolis , kent suru ve roma evinde çalışmalar devam etmektedir. 




Bilgeliğin fotoğrafı

Heeey 
Ne duruyorsun be , at kendini denize ;
Geride bekleyenin varmış aldırma ;
Görmüyor musun her yanda hürriyet . ( Orhan Veli )

Tıpkı deniz gibi Antik Kentlerde bizi çağırıyor , bilgeliğini , ölümsüzlüğün sırrını ve en önemlisi sevgiyi anlatmak için . 

2 Kasım 2018 Cuma

ALTINOLUK



Ege Denizi kıyısında , Edremit Küçükkuyu arasında şirin bir tatil beldesi . Mitolojide '' Işıklar Sahili ''olarak geçen Altınoluk'un eski köy yerleşimi kentin kuzeyindeki tepede yer alır . 1927 yılına kadar adı Papazlık olan köyün tarihi 16 . yüzyıl başlarına kadar gider . Anadolu coğrafyası Antik Çağdan beri çok renkli , çok kültürlü yaşamıyla çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış , mitlere efsanelere konu olmuştur .

Beşikler vermişim Nuh'a ,
Salıncaklar , hamaklar ,
Havva Ana'n dünkü çocukları sayılır ,
Anadoluyum ben ,
Tanıyormusun ?

Yeni adıyla Çam mahallesine doğru çıkarken yüreğimizde Ahmet Arif'in mısraları . Mübadeleye kadar Rum ve Türklerin birlikte yaşadıkları köyün büyük bir kısmı SİT alanı ilan edilmiş . Köyün girişinde ulu çınar ağaçlarıyla çevrilmiş meydan karşılıyor sizi . Etrafını kır kahveleri , çay bahçelerinin çevirdiği meydanda köylüler zeytinyağı , zeytin , sabun , şifalı bitkiler gibi ürünler satıyor . Çınar ağaçlarının altında oturup güzel bir kahvaltı yaparken Homeros'un İlyada'da söyledikleri geliyor aklınıza '' Egenin mavisi ile İda'nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki , orada keskin kekik kokuları , içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamadım . İşte orası Gargaran'dır .''

Meydanda otururken Altınoluk sahilleri tüm muhteşemliğiyle karşınızda , ruhumuzda Nazım'ın o güzel dizeleri

Denize dönmek istiyorum !
Mavi aynasında suların
Boy verip görünmek istiyorum
Denize dönmek istiyorum .

Karşınızda yamaçlara yayılmış evlerin büyüsüne kapılıp taşlı , dar sokaklara vuruyoruz kendimizi . Bir zamanlar papazların yaşadığı Rumların taş evleri , Osmanlı konakları çıkıyor karşımıza . Rum ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinin tanıkları olan bu taş evleri görünce '' Taşlar seslenin bana '' diyen Gothe'nin sözleri çınlıyor kulaklarımızda . Dile gelip konuşsalardı kim bilir neler anlatırlardı bizlere . Doğduğu topraklardan koparılıp Ege'nin iki yakasına savrulan insanların hikayeleri diğer yerlerde olduğu gibi burada da karşımıza çıkıyor . Midilli'den gelen Türklerin yerine Papazlık Rumlarının gönderildiği  sürece tanıklık eden Mersin , Silifke , Marmaris , Bodrum , Güllük , Ayvalık , Çanakkale , Erdek İskeleleri . Mübadillerin taşınmasında kullanılan gemilerin içinde en büyüğü , şiirlere , romanlara konu olmuş Gülcemal .

Gülcemaldi vapurun adı
Kurşundan ağırdı yükü
Gülmüyordu mübadillerin yüzü
Kalmamıştı ağızlarının 
Ne tuzu , ne tadı . ( İnci Germenliler )

Yokuşun hemen başında önünde çam ve nar ağaçları bulunan tarihi bir bina dikkatimizi çekiyor . 150 yıl önce Rum ustalar tarafından yapılmış Abdullah Efendi Konağının ilk sahibi papazlık kilisesinin rahibi . Kurtuluş savaşı öncesi rahip Midilli'ye gidince konağın sahibi aynı tarihte Midilli'den gelen Abdullah Efendi olur . Evin karşısında bulunan rahibin kilisesi ise okula dönüştürülür . 1963 yılına kadar ilk eğitimin sürdüğü okul , bu tarihte yıkılarak yerine tek katlı yeni bir okul yaptırılır . Konak 1997 yılında Türk kültürüne katkı amacıyla kültür bakanlığına bağışlanır . İlgili bakanlık tarafından Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma , Koruma ve Yaşatma Derneği'ne verilen konak , günümüzde bir kültür merkezi olarak sanatseverlerle buluşmakta . 

Tüm Ege kıyılarında olduğu gibi , Altınoluk çevresi de Antik Şehirleri , kanyonları , piknik alanları ve efsaneleriyle muhteşem bir görsellik , ayrı bir bilgelik sunuyor bizlere . '' Doğadaki sayısız güzellikler hayatın bilinmeyen derinliklerindeki estetik zenginliğinin belgeleridir '' der M.Seheler .Bizde bu zenginlikleri keşfetmek üzere ilk durağımız olan , Türkiye'nin ikinci Efes'i olmaya aday Antandros'tan başlıyoruz ''Işıklar Sahili''ni keşfetmeye.